banner94

ÖNCE  KALBİNE  SOR, SONRA  AKLINA…

“Aşkı tatmaktan çekinen, hayatı yaşamaktan korkar…”

“Korkaklar siyaset yapamaz, karanlık köşelere siner…”

“Siyaset aşkla yapılmalı ki, hayat yaşanır hale gelsin…”

“Aşk, fedakârlık, feragat ve hayata adanmışlıktır…”

 

Yazıma bu dört cümleyi kurmakla başladım, sözü nereye getireceğim belli: Artık siyaset zamanı… Gerçi siyasetin ne zamanı olur, nede mekânı; eğer siyaset yönetme ve yönlendirme sanatıysa, bu sanatın ilk ve tek kusursuz sanatkârı vardır: Yüce Allah(c.c.)… Yaratan yönetirde; yönetmeyecekse neye yaratsın. Her müessir, eserinin altına imzasını atar, eserine sahip çıkar, akıbetiyle de ilgilenir.

Allah’ın siyasetine bakarak siyaset üreten siyasetçiler; ‘Halka hizmeti, Hakk’a hizmet’ bilenlerdir; yönetim ve yönlendirme şekilleri, tarz ve kabiliyetleri de böyle olur.

Yüce Allah’ın ilahi siyasetinden gafil olanlar, kendi iktidarlarını kurmak, sürdürmek ve güvenceye almak için çabalar, uğraşır, gayret eder ama ne halk nazarında kıymetleri olur, ne Hak yanında bir değer ifade ederler.

Kâbe’ye hasretle yüklü nazarlarla bakınca, bunu görür müminliğe geçiş

yapmış Müslüman; sakin, mütevâzi ve kararlı bir duruş ve yönetim şekli.

Bir merkez etrafında aşkla dönen pervaneler gibidir tavaf edenler; o merkez Hak’tır. O merkez etrafındaki dönüş, Hak için hakikate aşkla sarılmak, hep dönmek ama savrulmamaktır.

Kâbe’ye göre Piramitler daha yüksektir, daha görkemli ve hayret uyandırıcı ama anlamsız ve amaçsız bir iktidar çabasını simgeler, bu uğurda heder olan bir gayretin zulüm izlerini taşır. Zalim bir yönetimin elinde çile çeken insanlığı ve karşılık bulmamış emekleri sembolize eder. Çöl kadar boş, yakıcı ve anlamsız görünür ilahi nizam ve âlem içinde Piramitler.

17 Aralık 2013 tarihinden bu yana hep bunları düşünüyorum. Fıtratıma kodlanmış, insanlıkla aynı yaşıt, o tarihi bilinç ve şuur pınarına akıl ağzımı dayayarak. O serin, naif ve müphem suyun tadına varmak doyumsuz bir keyif; beni kendime getiriyor o pınardan içtiğim her yudum.

Elbette derin ve dipli girmeye çalışacağım bu konuya; bir vatandaş duyarlılığı ve vakarı içinde olacak bu giriş. Kırıp dökmeden anlatacağım yaşanan gelişmeleri. Artık dilim ne kadar döner, kalemim ne kadar güçlüdür bu anlatımda bilemem ama paldır güldür olmayacağı kesin. Ne gönül kırmaya niyetim var, ne incitmek birlerini; bundan eminim, okurlarda emin olsun.

Önce kendime has bir alan bulacağım veya hiç kimseye ait olmayan boş bir köşe; sonra kolay ve gürültüsüz açılan bir kapı arayacağım. Konuya bu alandan, rahatsızlık vermeyen bu kapıdan giriş yapmaya çalışacağım; sakin, mütevâzi ama kararlı: Hadi ya Bismillah…

Çok nadir çıkıyorum sokağa, çok az katılıyorum sohbetlere. Azıcık dedikodu kokan çekiştirmelerden bile uzak durmaya çalışıyorum bu son günlerde.

Bir yandan da, gönül ateşinde demlenmiş sıcak sohbetleri, hoş ve iğneleyici takılmaları, espri yüklü şaka ve latifeleri arzuladığım, özlediğimde olmuyor değil; buda bir itiraf.

Nihayetinde insanız, uzak kaldıklarımızı özler, çok fazla beraber olduklarımızdan da bıkarız her ne hikmetse. İçinde bulunduğumuz ortamlardan sıkılır, hayalimizde hayat bulan yer ve ortamlarında hasretini çekeriz. Daha açık bir ifadeyle, sevilmek isteriz ama aşırı sevgi bunaltır bizi. Hep beraber olmak istediğimiz insanlar vardır ama bu beraberlik uzun sürerse hayali hüsrana uğramamız kaçınılmaz olur.

Aşk buna dâhil değildir; ne hasrete düşer âşık olan, nede vuslattadır… Aşk Araf da kalmaktır.

Beraber olmaktan keyif aldığım, sevdiğim, saydığım insan ve ortamlardan arada bir uzaklaşmam da bu yüzden. Ne dostlar, ne dostluk basit ve sıradan hale gelmemeli. Ne yaşadığım şehir, ne gidip geldiği yer ve ortamlar alışkanlığım olup çıkmamalı benim için.

Eğer bir dostluk hep aynı frekansta devam eder, o dostluğun tarafları hep aynı seviye ve zaviyede kalırsa; o dostluk çürür, o dostlar zamanla düşman olur çıkar. Yine, hep aynı ortamda kalınır veya o ortamın devamlı müdavimi haline gelinirse; farkında olmadan o ortamın bir parçası haline geliverir insan. Ortam sevimsizleşirken, o ortama uyum sağlayan insanlar kimlik ve kişilik kaybına uğrar.

Kendine özgü düşünce yapısı bozulur o insanların, yıllarca oluşturmaya gayret ettikleri kimlikleri silikleşir, yitirmeye başlarlar. Gereksiz sözler, ani çıkışlar, haddini aşan davranışlar, dozunu kaçıran isnatlar karşısında duruşlarını kaybeder; bilgi, birikim ve tecrübelerle sabite kıldıkları fikirleri zaman içinde etkisizleşir.

O ortama uyum sağlarlar, geliştirdikleri tarz ve tavırları bozulur, emek vererek oluşturdukları kişilikleri gevşer, dağılır ve heder olur gider. Bu kanaatler ışığında dostlarımla arada bir buluşmayı seçiyor, arada bir uğruyorum devamlı gittiğim yerlere. Gelelim asıl meseleye…

Kitapçıların rafında ilk boy gösterdiği günlerde okumuştum Hanefi AVCI’ nın “HALİÇTEKİ SİMONLAR” adlı eserini. Ali ALTINOK tutuşturmuştu elime. Satır, satır okumuş, zihnime yedirmiş, bazı bölümlerini hafızama kaydederek tekrar iade etmiştim; göz gezdirmemiştim yani…

Kapağına ilk baktığımda, ‘HALİÇTEKİ SİMONLAR’ da neymiş, nasıl bir kitap ismi bu böyle diye aklımdan geçmedi değil. Bu başlığın hemen altında: “Önce devlet, sonra cemaat” açıklaması…

Kitabın ortalarına gelince bu adın boş yere konulmamış olduğunu anladım, hayat açılımı çok geniş ve kapsamlıymış meğer.

SİMON bir teröristin kod adı, oldukça akıllı, cesaretli ve etkin birisi anladığım kadarıyla. Zamanla örgüt içinde yükselir SİMON, mahkeme başkanı olur, hata yapanları, suç işleyenleri yargılar, haklarında karar verecek pozisyonuna gelir.

Hanefi AVCI, Güneydoğuda görev yaptığı süre içinde edindiği bilgilerle terör örgütünü, bu örgütün amaç ve yapılanmasını, örgüt içi kural ve uygulamalarına da değiniyor SİMON üzerinden.

Bir örnek; terör örgütüne katılan her üye geçmişini tümüyle; ana, baba ve kardeş, eş, dost ve akrabalarını da kısmen unutmak zorundaymış kural gereği; hatırlamak serbest, konuşmak yasak.

Cinsiyet mevhumu yokmuş örgüt üyeleri arasında, yoldaşlık hukuku varmış. Kadınlar süslenemez, kırıtarak gezemez, kadınsı tavırlar sergileyemezmiş. Erkekler içinde geçerliymiş aynı tavır ve davranışları göstermek, onlarda mecburmuş his ve duygularını köreltmeye.

SİMON kod adlı teröristin birde kız kardeşi varmış terör örgüt içinde, kendisinden hayli sonra katılmış; henüz çaylak.

Belki ağabeyinin bulunduğu pozisyon etkilemiş kızcağızı, belki kendi karakter yapısı bilinmez; grubundaki bir erkeğe gönül düşürmüş. Ne kadar saklasalar da, bu ilişki fark edilmiş grubun diğer üyeleri tarafından. Kural çiğnenmiştir bir kere; özeleştirilerini istemiş grup lideri.

Özeleştiriler yapılır, ifadeler alınır ama yaşananların mazeret kabul edilecek bir tarafı yoktur; konu mahkemeye intikal eder. Mahkeme Başkanı SİMON…

Örgütün dava olarak aşıladığı amaca, kural olarak koyduğu ilke ve uygulamalara kendisini o kadar kaptırmış ki SİMON, artık o ortamın bir parçası. Ne his, ne duygu, ne acıma, ne merhamet; karşısındakinin kim olduğu değil, ne yaptığı önemliymiş onun için.

Herkes kardeşini korur, bu seferlik bağışlar beklentisi içindeymiş ama SİMON hiç düşünmeden infaz kararı vermiş kız kardeşi için. İrkilenler, hayrete düşenler, yürekleri titreyenler, cezayı çok aşırı bulanlar olmuş; insanlık ve vicdan adına olmuş bu fısıltılar ama örgüt içinde dile getirmek, davranışa dönüştürmek, hele itiraz etmek ne mümkün.

SİMON’ un kız kardeşi için aldığı infaz karardan bir üst makamdaki yetkilinin haberi olur; o kişi nasıl biriyse, bu kararı çok ağır ve acımasız bulur; SİMON’ la görüşür, ikna eder, yumuşatır ve kızın affını sağlar.

Bu yaşananla anlatılmak istenen bir insanın bulunduğu ortama nasıl uyum sağladığını, o ortamın kural ve uygulamalarına nasıl kendisini kaptırabileceği gerçeğine dikkatleri çekmektir; bunu amaçlamış Hanefi AVCI.

Peki, HALİÇ üzerinden neyi anlatmış olabilir; yıllar sonra İstanbul’a tayini çıkar Hanefi AVCI’ nın. İstanbul çok büyüktür, görkemli ve heyecan uyandıran bir şehir. Hanefi AVCI ilk başta uyum sağlayamaz, Güneydoğu ile burası apayrı bir âlemdir onun için, apayrı bir dünya ve yaşam şekli. Bakışlar farklıdır İstanbul’da, yaklaşımlar değişik, selam verenler hiç yok.

Alışmaya çalışır, yine işine verir kendisini, farklıları fark etmemek için çok fazla bakmaz yüzlere. Gözlerdeki değişken bakışlardan etkilenmemek için önüne eğer başını.

Bir gün yolu Haliç taraflarına düşer, yaklaştıkça ağırlaşan, insanın genzini yakan bir koku vardır. Henüz Haliç temizlenmemiştir o günlerde, bu günkü hava yoktur. Yaklaştıkça koku kesif bir hal alır, başı dönmeye, midesi bulanmaya başlar. Etrafına bakınır ne oluyor, nedir bu kokunun sebebi diye; parklarda çocuklar neşe içinde koşmakta, oynamaktadır. Banklarda insanlar bu kokudan bihaber gayet rahat oturmakta, sohbet etmekte. Şaşırır kalır Hanefi AVCI.

Sonradan öğrenir ki koca deniz lağımlarla, fabrika atıklarıyla, atılan çel çöple kirlenmiş, kirletilmiş ve kokmaktadır. Burada oturan insanlar kirletmiştir Haliç’i, buradaki evlerin pis suları, fabrika atıkları perişan etmiştir canım suları. Kirletenler de bu kirliliğe alışmış, uyum sağlamış ve hayatları bu kirlilik olup çıkmıştır.

SİMON kod adlı terörist düşer Hanefi AVCI’ nın aklına. SİMON’ la Haliç arasındaki benzerliği yakalar ve kitabına bu adı koyar. İnsan bulunduğu ortama koşulsuz uyarsa; yaşadıkların sorgulayamaz hale gelir; tartışmak şöyle dursun. Bulunduğu ortamın bir parçası haline dönüşüyor ister istemez; o gün daha iyi ve net anlıyor bunları.

Kitabı bitirdiğimde bende şunu anladım ve idrakime yedirdim; insan bulunduğu ortama uyum sağlayabilen, zamanla o ortamın bir parçası olabilen tek varlık.

Bukalemun renk değiştiriyor, insan uyum sağlıyor ve alışıyor.  

Taraftar olmakla fanatikleşmek arasındaki farkı yakaladım bu düşüncenin gölgesinde; “AKLEDEN KALP” Kur’ an-i bir kavram, düşünceyle duygunun bütünleşmesini anlatıyor. Daha başka hayat açılımları da var mı bu kavramın tam emin değilim. Ama bu yorum bile bana yetiyor. Düşünceyle duygunun aynı istikamette hareket etmesi önce insanı hayata yaklaştırıyor, sonra özü olduğunu hatırlatıyor; tam içine sokmasa da… İnsan hayatın özüdür ama bunun için iradesini kullanması gerekir.

İster devlet düzeni içinde olsunlar, ister cemaat yapılanmasında, insanlar “AKLEDEN KALP” sahibi olmalı. Ne devletin koyduğu kurallara saplanıp kalmalı, ne cemaatin gösterdiği istikameti tek doğru kabul etmeli. Yani sürüleşmemeli.

Bu cümleler kitabın bir özeti değil, kitapta anlatılanların benim zihnimde bıraktığı izlenimler sadece.

“Tebdili mekânda ferahlık vardır” sözü bu yüzden her devirde geçerliliğini korumuş ve hala koruyacak gibi de görünüyor.

Nur Dağında ki HIRA ya çıkışta bu akılcı seçimin ortaya koyduğu önemli bir seçenek; hep böyle okudum ve idrakime yedirdim bu tarihi olayı.

Hani günümüzde kullanılan bir tabir: “Birde benim penceremden bak olaya…” der ve karşımızdaki kişinin bakış açısını değiştirmek isteriz ya. “AKLEDEN KALP” pencere değiştirmek değildir, balkona çıkmak olabilir mi? Bence buda yeterli değildir bu kavramı anlamak ve hayata tatbik etmek için; çatıya çıkmak gerekir bu kavramın hayat açılımını görmek için.

“AKLEDEN KALP” sahibi insan pencereden bakmaz, balkona çıkmakta kesmez o insanı, çatıya çıkar ve oradan bakar hayata… yaşananlara, hadiselere, olaylara.

Nur Dağını Mekke’yi gören ev kabul edersek, HİRA bu evin çatısıdır. “AKLEDEN KALP” sahibi olan bu evin çatısına çıkmıştır; oradan bakmıştır hayata, yaşananlara, hadiseler ve olaylara. Gördüklerini düşünmüş, yaşananlara üzülmüştür.

“OKU” Ayeti bakmakla yetinme mi diyor Peygamber Efendimize; hatta düşünmekle kalma. Üzülmekte hiç bir şeyi değiştirmez: Artık kalk ve eyleme geç; Hakk’ı anlat, hakikati göster.

Hayatın içinde olmak, hayatı yaşamak anlamına gelmez; bitkiler de hayatın içindedir ama bitki hayata katkı sağlar, çeşni verir; insan gibi anlam ve amaç kazandırmaz. Bitkiyle insan, hatta hayvanla insan arasındaki tek farkta budur. Yaratıcı anlam ve amacı ruha yüklemiştir; ruh sahibi tek varlıkta insan.

Ruhun ilahi yüküdür anlam ve amaç; bu anlam aşkla ortaya çıkar, gerçek mahiyetine kavuşur. Ruhun amacı ise aşkla hayat bulur, yaşanır hale gelir. Çünkü aşk, ruhun hayat içinde eyleme geçme halidir.

Yazının girişinde yazdığım dört cümlenin açılımı ve izahı sanırım bu yazdıklarım oldu. Siyaset aşkla yapılmalı ki, yönetim ruh kazansın, ruhun ilahi yükü olan anlam ve amacı sosyal hayata taşısın. Rahmet olup boşaltsın yeryüzüne; bereket getirsin, esenlik versin herkese…

(Devam edecek)


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26