banner94
M E S E L E   “M İ T”   D E Ğ İ L….

 

       “Köklü milletlerin derin devleti olur…”

        Çay ocaklarında, kahvehanelerde, gittiğimiz misafirlik veya akşam oturmalarında, eş, dost ve arkadaşlar arasında; bilinçli veya değil, devlet, rejim veya kurulu sistemler hakkında, bazen samimi ve sıcak sohbetler, bazen lüzumsuz ve haddi aşan tartışmalar, bazen de halk tabiriyle malayani konuşmalar yaptığımız olmuyor değil.

        Söz düşer, yeri ve zamanı gelirse hep bu sözü söyler, şahsi fikir olarak savunur, bu konuda karşımdakileri ikna etmeye çalışırım. Israrla: “Köklü milletlerin derin devleti olur” der, bu sözün anlam ve amacını, ihtiva ettiği dört kavramı, bu kavramların hayat açılımını izaha uğraşır dururum. Nasıl başladığı, nerde biteceği belli olmayan bu anlamsız didişme saatlerce sürer ve hep yorar beni; beynim arı kovanına döner. Bu tip sohbet, tartışma ve konuşmaların içine girmesem, uzak dursam olmaz mı? Olmuyor ve durulmuyor… neden mi? Akıl durağan değil çünkü; işler olmak zorunda. İşleyen akıl düşünür ve algılar, düşünen ve algılayan akıl üretir ve şekillendirir. Üreten ve şekillendiren aklın kendine özgü fikri ve iddiaları olur… oluyor. Fikir ve iddia sahibi olan akıl bunları önermek, açıklamak ve izah etmek zorunda. Yani fikri olanın önerisi, önerisi olanın açıklama ve izahı; iddiası olanın davası, davası olanın kanıtı ve ispat çabası olmak zorunda… benimki o hesap.

       Peki, bu yorgunluğun bir karşılığı olur mu? Bu güne kadar olmadı dersem yalan olmaz; ortaya atıldığında hangi düşünce karşılık bulmuş, hangi fikir ilk başta takdir toplamış, hangi iddia tam anlamıyla kanıtlanmış ve ispat edilmiş ki. Bu gerçeği bildiğim için benim böyle bir beklentim hiç olmadı… olmayacak. Yeniden dolmak, taze fikir ve iddia sahibi olmak için boşalmak, yani deşarj olmak tek kazanç. Haksızlık yapmak istemem, bazen kulak kabartanlar, dinler görünenler de çıkmıyor değil; ama anlayan olur mu? Kafa sallamak anlamaksa, doğru anlamında kafa sallayan çoktur; ne ki kafa sallayanların gözlerinde fark ettiğim o boş bakış ve dipsiz karanlık, hep umutsuzluk olarak düşer gönlüme. Neden böyle; kanaatimce devlet, önce fikir olarak anlaşılmalı, sonra fiziki olarak şekillenmeli, somutlaşmalı insan zihinde. Yani bu şu demek; devlet fikri olmayanın devleti olmaz. Gözlerdeki o boş bakış ve dipsiz karanlık bana hep bunu anlatır, bunu söyler; umutsuzluk olarak gönlüme düşmesi de bu yüzdendir.

         Bu sözdeki anlam ve amacı açıklamaya kalksam sayfalar tutar ama Peygamber Efendimizin(S.A.S) şu Hadisi bu anlam ve amacı kestirmeden özetler: “İki kişi dahi olsanız, mutlaka biriniz rehber(lider veya yönetici) olsun.” Yani insanların yönetim ve yöneticiye her zaman ihtiyaçları vardır.

       Bu sözden sonra dört kavramı açıklamak düşer bana; bunlar kök, millet, derinlik ve devlet. Gelin bunları sırasıyla inceleyelim; kökün kelime anlamına bakalım önce. Kök denince hemen akla ağaç ve bitkiler gelmesin, soy ve sülale, insanın huy ve tabiatı da kök olarak bilinir, hatta tanım ve tarif bulur. Milletlerin kökü tarihi geçmişleri; bu geçmişte ortaya çıkan tarihi misyondur.

       Millet kavramını kısaca açıklayacak olursak; toplumların birlikte yaşama arzularından doğan beraberlik denebilir. Bir arada oldukları halde beraberliklerini sağlayamamış insan toplukları millet olamazlar; hatta toplum bile değillerdir. Doğal zorunluluk veya menfaat birlikteliğidir bu beraberliğin tek sebebi.

      Derinlik kavramı bilinmeyen olarak anlaşılmasın, bilindiği halde tam olarak keşfedilemeyendir. Yani puslu, muğlak ve müphem olan.

      Devlet kavramını son zamanlarda milletlerin örgütlenmiş hali olarak tanımlayan, tarif etmeye kalkanlar var; bunlardan bazıları da önemli siyasetçiler. Hangi millet bu güne kadar örgütlendi ve kendi devletini kurdu diye sormadan edemem; var mı bir örneği. “Kitlelerin aklı yoktur” sözünü bu yaklaşım, tanım ve tarifle ölçüp, biçip, tarttığımda bir türlü denge kurup eşitleyemem. Milletleri devlet sahibi yapan ortak akılları değil, yetiştirdikleri üstün akıllı, lider vasıflı yöneticileridir. Daha açık bir anlatımla, devlet milletlerin örgütlenmiş şekli değil, milletleri örgütleyen sistemin adıdır. Bu sistemi de mutlaka birileri akıl eder, bu uğurda uğraş verir. Başarırsa devlet kurar, lider olur; başaramazsa haindir, devlet düşmanı ilan edilir. Ne ki, ameller hep niyetlere göre. Burada duralım ve tekrar başa dönelim.

         “Köklü milletleri derin devleti olur” sözünü neden hep söyler ve iddia haline getiririm. Devleti veya derinliğini, rejim veya kurulu sistemleri iyi bildiğimden mi yaparım bunu? Elbette hayır!.. Görünür ve her zaman karşılaştığımız devletle, derin olarak tabir edilen ama derinliğini, bu derinlikte neler olup bittiğini bilemediğimiz gizemli devleti daha önemli bulduğum için mi bu fikri savunur, izahına uğraşırım. Kesinlikle hayır!

     Milletlerin devletsiz yaşayamayacağına, halkın genel ihtiyaç, talep ve beklentilerinin sadece devletin gücü sayesinde karşılanabileceğine, emniyet ve huzurunun önce devletin derinliğinde, sonra görünür devletle sağlanacağına, yaşanır hale geleceğine; refah seviyesi ve yaşam kalitesinin buna bağlı gelişeceği ve yükseleceğine yürekten inandığımdan mı olur bu fikri veya iddiayı savunmam, ispat çabam… bu olabilir ve mümkün. Vereceğim misal bu düşünce ve kanaate çok uygun; başta ağaçlar ve toprağa bağlı yaşayan her türlü bitki ve çiçek, kökü sağlam olmalı ki yaşasın, büyüsün ve gelişsin. Evimizin balkonunda, salonumuzun bir köşesinde yaşatmaya çalıştığımız süs bitkilerinde, çiçeklerde bile durum böyledir; kökü kurtlu ve çürük, daha açıkçası hastalıklı olan bitki ve çiçek yaşama şansını kaybeder… solmaya, kurumaya mahkum olur.

       Ağaçlar ve her türlü bitkinin görünmeyen tarafı kökleridir, gövde ve dalları görünen, bilinen yanları. Gövde ve dalların, hatta bu dallarda açan çiçek, bu çiçeklerde oluşan meyvelerin sağlam ve sağlıklı olmasının tek şartı, köklerin sağlam ve sağlıklı olmasıyla alakası vardır. Elbette yaprak ve çiçeklere zararlı böcekler düşebilir, yapraklar bu zararlılar tarafından kemirilir, sararır ve kuruyabilir ama bunu tespit etmek, zamanında müdahale edilerek bu zararlılardan temizlemek mümkün. Lakin köklerde ortaya çıkan sorunları anlamak, müdahale ederek gidermek çok zor ve müşkül… hatta imkansız.

      Kök kavramı içinde soy ve sülale, insanın huy ve tabiatı da var demiş, hatta milletlerin tarihi geçmişlerini, bu geçmişte üstlendikleri misyonu da buna ilave etmiştik. Acaba bozulma, çürüme ve kurtlanmanın, bu kavram içinde tanımlanan unsurlara tebelleş olması, zarar vermesi de mümkün mü? Hemen aklıma Hz. İbrahim’in (A.S.)in şu duası gelir; boşuna değildir bu dua: “Yarabbi zürriyetimden temiz nesiller nasip et.” Tam böylemidir bu dua… aklıma oturan, yüreğimde uhde oluşturan meal böyle.

      Demek oluyor ki, insanların soy ve sülalesinde, huy ve tabiatında bozulma, çürüme, hatta kurtlanma ihtimali var; insan başta kendi akıl, irade ve vicdan yapısı içinde bozulabilir, korozyona uğrayabilir, kendi nefsinin oyuncağı olabilir. Allah(c.c.) bunun önüne geçmek için Peygamberler göndermiş, vahiy yoluyla insanoğluna seslenmiştir. Sonra ilk ve baş düşmanı Şeytan’ın teşvikiyle azgınlık ve sapkınlığa düşebilir insan. Neden Şeytan insanın düşmanı; çünkü insan düşmansız tedbirsiz ve korumasız kalır; akıl gereksiz, irade lüzumsuz, vicdan fazlalık olur. Düşman bu donanımların kullanılması anlamına geldiği gibi, insanın hayata ısınması ve adaptasyonudur. Şeytan bu yüzden gereklidir, ilk yaratılıştan bu yana vardır ve olmalıdır.

      Kişilerin bozulması soyu ve sülaleyi etkiler, bu etki zamanla nesillere sirayet eder; nesildeki bozulma ve çürüme milletlerin vasıf ve niteliğini etkiler, bir başka kavim ve medeniyete asile eder. Dini açıdan iman bu bozulmayı engelleyen yürek derinliğinde ortaya çıkan güç ve bilinçtir. Yani bilginin inanç ve güvene dönüşmesi. Devlet bağlamında bu bozulmayı engelleyen devletin derinliğinde var olan güçlü felsefe ve görev yapan görevlilerin güvenirliğidir. Söz şuraya geliyor; insanoğlunun Şeytan’la mücadelesinde yürek derinliğinde iman gerekli, milletlerin varlığını sürdürmesi ve köklerini koruması için derin devlet şart ve elzem.

       Okurlar fark ediyordur, din kavramı üzerinde oldukça fazla duruyor, bu bağlamda misaller vermeye çalışıyorum. Bunun nedeni, ne din konusunda çok bilgili olmamdır, nede aşırı dindar olduğumu ispat çabam; din üzerinde birazcık kafa yormam, okumaya ve araştırmaya çalışmam bunun tek sebebi. Belki de “Din hayattır” sözünü çok benimsemem ve hayata uyarlama gayretkeşliğim bu sebebin başka bir veçhesi.

      Bu konuda bir iki söz etmeden duramam; ilk insandan bu yana insanoğlunun kurmak ve geliştirmek istediği yönetim ve idare sisteminin adına nasıl devlet deniyorsa; Allah’ın(c.c.) kurmak ve geliştirmek istediği yönetim ve yönlendirme sisteminin adı dindir… tabii bence. İslam’ın şartlarıyla, İman’ın şartlarının ayrı olması bunun kanıtı. İslam’ın şartları dinin görünür yüzüdür; iman, yani gabya inanmaksa dinin derinliği. Hangisi daha önemli dersek, şu ayet meali buna delil olmaz mı: “Onlar iman ettik demesinler; İslam olduk desinler. İman henüz kalplerinde yer etmedi.” Öğrendiğim ve bildiği kadarıyla yazdım… kusur varsa mealde değil, bendedir.

       Devletin derinliğinde görev yapmak, milletin varlığı ve devlet felsefesine iman etmenin delil olur; devletin görünen yüzünde görev yapmaksa yetki, sorumluluk ve ritüellere işaret. Yetki kullanımında eksiklik, sorumlulukta duyarsızlık, ritüellerde riya, gösteriş ve abartı olabilir ama imanda güven, samimiyet ve sadakat şarttır. Derinlik bunu gerektirir, bu duygu ve bilinçle devletin derinliğinde görev yapılır, milletin kök ve varlığı, devletin beka ve felsefesi korunur, yaşatılmaya çalışılır.

       İnsanlık tarihine bakıldığında hala varlıklarını sürdürebilen köklü milletlerin, derin devletleri sayesinde varlıklarını korudukları, sürdürebildikleri görülür. Devletleri çökmüş, yıkılmış ve tarih sahnesinden çekilmiş milletlere bakıldığında ortaya tek gerçek çıkar; derin devletlerinin yetersizliği veya olmayışı. Osmanlı İmparatorluğunun çöküş ve dağılış süreci, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve devlet felsefesinin şekillendiği süreç bunun en bariz örneğidir. İmparatorluk misyonunu kaybeden Osmanlı, derin devletindeki yetersizlik sebebiyle yıkılmış, daralan misyon ve bir avuç derin devlet elemanıyla Türkiye Cumhuriyetini zor, zahmet kurabilmiştir. Bir sürü akademisyen ve bilim adamı bu gerçeği tarihi belge ve bilgilere dayanarak çeşitli şekilde yazıyor, çiziyor ve anlatıyor olsa da, benim kestirme yoldan edindiğim tek tarihi gerçek bu.

      Ermeni ve İsrail Devletlerinin kuruluş süreç ve aşamaları da bu gerçeği gösterir, kanıtlar mahiyette. Ermeni Diasporası, Yahudi Lobisi olarak tanımlanan güç ve etkinlik aslında derin devletlerinin su yüzüne çıkan kısmıdır sadece.

       Bu güç ve etkinlik o milletin yaşama ve var olma arzusunun da belirtisidir. Milletlerin ortak yaşama arzularının bir amacı, yani bir hedefi olmak zorunda… Ermeni Diasporasının sürekli günde tutmaya çalıştığı Soykırım iddiası, bu arzunun gücünü ve etkinliğini artırmayı amaçlar. İsrail Devletinin yaşam arzusunun odağında ise “Vaat edilmiş topraklar” vardır ve bu toprakları elde etmeyi amaçlar.

        Bir İngiliz siyasetçisinin şu sözlerini çok anlamlı bulurum: “ Türkler yeni bir devlet kurdu ama biz onların hayallerini çaldık.” Bu söz birlikte yaşama arzusu duyan Türk milletinin amaç eksikliğini, hatta bu amacın çalındığını ortaya koyar; çünkü hayal, hakikatin gölgesidir. Hayal kuramayan birisi, varlık hakikatinden vazgeçmiş veya unutmuş olmaz mı? Millet olarak yıllardır çektiğimiz sıkıntı ve ıstırap acaba bu yüzden mi diye sormadan edemem? Cevabı siz okurlara ve düşünen akıl sahiplerine bırakıyorum.

      Söz geldi en son yazı başlığına dayandı; mesele MİT değil… ya ne? MİT dahil devletin derinliğini oluşturan bir sürü kurum daha var; bazılarını biliyoruz, bazıları bilgimiz dışında… öylede olmalı.

      Milletin varlığı ve birliğine, devletin bekası ve işlerliğine zarar verecek her türlü girişim ve eylemi önceden bilmek, görünür devletin güvenlik güçlerini haberdar ederek gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamak, derin devlet olarak tabir edilen istihbarat kurumlarının işidir; yani MİT’in. Peki bu nasıl yapılır veya gerçekleşir, sonra bu tam ve sağlıklı olarak hayata geçer mi? Adı üzerinde bu derin, ince ve akademik bir konu; yalnız şunu söylemek mümkün, insan unsurunun kullanıldığı her işte mutlaka gecikme, eksiklik veya kusur vardır; hatta istismar ve ihanet yaşanabilir. Her ne olursa olsun, her devlet istihbarata ve istihbarat kurumlarına büyük önem verir, bu kurumları özel kanunlarla korur ve gizler. Derin devlet tabiri de bu koruma ve gizlemeden neşet etmiştir… öyle sanıyorum.

     Böyle bir olasılık dini literatürde de var; olmadan olacağı bilmek keramet olarak bilinir ve yorumlanır. Nasıl keramet sahibi olmak kolay ve basit değilse, istihbarat sahibi olmak, yapılmadan yapılacağı bilmekte zordur, hatta imkansız. Nasıl keramet ehli insanlar akıl ve güçlü iradeleriyle hayatın içinde, iman gücü ve sezgileriyle kalp âlemlerinde erimiş ve kaybolmuşlarsa; istihbarat elemanları da aynen böyle davranmak zorundadır. Bilgi edinmek için bilginin içine sızar ve kaybolurlar, bilgiyi sızdırmak içinse hayatın içinden sır olur, kimliksiz kalır, hatta başka bir kimliğe bürünürler.

      Son günlerde gündemden düştü, tartışılacak başka konular ortaya çıktı; Müsteşar ve dört MİT mensubu ifade verecek mi sorusu silindi medyanın hafızasından. Son yasa değişikliğine göre bu konuda Başbakanının onayı gerekli. Müsteşar ve dört MİT mensubunun Özel Yetkili Savcılık tarafından ifadeye çağrılması beni ilgilendirmiyor; Başbakanın son değişikliğe istinaden onay verip, vermemesi umurumda bile değil… Ben neden MİT’in gündeme taşıdığına, bu meselenin başta siyasetçiler, sonra kamuoyu tarafından acımasızca didiklendiğine bakıyorum. Hatta bakmıyorum, kaçıyorum. Bu konuyla alakalı gereksiz açıklamaları duymamak için kulak tıkıyorum. Neden böyle yapıyorum; eğer “Köklü milletlerin derin devleti olur…” fikri bende sabite bulmuşsa, böyle davranmak zorundayım. MİT Müsteşarı ve dört mensubu her gün ifade versin, isterse Özel Yetkili Savcılar tarafından falakaya çekilsin, bu beni ilgilendirmez. Yeter ki bu yapılanlar dile düşmesin, haber konusu olmasın, kamuoyu bu konuyu didiklenmesin. En önemlisi milletin yüreğimde devlete ve derinliğine olan güven sarsılmasın, çökmesin… beni ilgilendiren bu.

      İstihbarat Kurumlarının çalışmaları açığa çıktıkça, devletin derinliği sığlaşır, milletin kökleri yaşam örtüsünü kaybeder. Hele bu derinlikte görev yapan elemanlar deşifre oldukça devlet güç kaybeder, zafiyet içine girer; milletin yaşam kökleri zarar görür, bozulma ve kurumalar meydana gelir. Kişi olarak MİT Müsteşarı da herhangi bir vatandaştır; benimle bir farkı yoktur ve olmamalıdır. Lakin yaptığı görev bu milletin varlığı ve tarihi geçmişiyle, TC Devletinin kuruluş felsefesi ve bekasıyla alakalıdır. Bu yüzden gizliliği korunmalı, üzerindeki örtü kalkmamalıdır. Elbette MİT’ de denetlenmeli, takip edilmeli ama ne Müsteşar, nede mensupları hukuk devleti ve şeffaf devlet söylemleriyle deşifre etmemelidir.

    Yine kişisel kanaatim, hukuk devleti, hukukun içinde kendisini koruyan devlettir. Şeffaf devlet söylemi sadece laftır; şeffaf devlet, göründüğü halde görüntüsü içinde görünmezliğini sağlayan devlettir.

    Arıcılık yapanlar çok iyi bilir, arılar sırlarını vermezler. Her kovanın kendine göre bir sırrı ve bilinmeyen bir tarafı olur ve olmak zorundadır. Aile kavramı içinde hepimiz bu sırlı ve gizemli hayatı yaşarız… yaşıyoruz da. Her ailenin mutlaka gizli kalması gereken sırları, aile içinde yaşanan ve biten özel halleri vardır ve olur. Sırrını veren, özel hallerini ortaya döken aile kendisini koruyamaz, birliğini sağlayamaz ve dağılır.

      Gazeteci-Yazar Adem Yavuz ARSLAN’ ı dinlemeyi severim; henüz bir kitabını okumasam da. Akıcı, düzgün ve anlaşılır bir konuşma şekli vardır. Geçen günlerde MİT hakkında kendisine yönetilen bir soruya şöyle cevap verdi: “ MİT soruşturmasının özü KCK davasına dayanır. KCK’ yı MİT’in kurduğu söyleniyor… Hatta bir Halk Otobüsüne Molotof kokteyl atılması eyleminin bir MİT mensubu tarafında yapıldığı ortaya atılan iddialar arasında… Bu eylem sonucu bir vatandaşın öldüğü de bir vaka. Özel Yetkili Savcının bu konuyla ilgili Müsteşar ve dört MİT görevlisini ifadeye çağırmış olabileceği söyleniyor…”

       Derin devletin bunları yapmak zorunda olduğu gerçeğini de söylüyor Adem Yavuz ARSLAN ve doğru yapıyor. PKK. nın üst yapılanması denen KCK’ yı kurmadan bu terör örgütünü önce yönetmek ve yönlendirmek, sonra çözmek ve dağıtmak ne mümkün… tabi bence. Halk Otobüsüne Molotof kokteyl atmadan bu yapıyı güvenilir hale getirmek, örgüt liderlerini inandırmakta imkânsız. Derin, gizli ve koruyucu yapılar bunları yapmalıdır… yaparlar da. Ya terör örgütü kuracaksın, her zaman var olan devlet ve millet düşmanlarını bu örgüt içinde toplayacaksın, ya terör örgütlerine sızacak, yönetimine elemanlar yerleştirerek, yapılmadan yapılacakları bileceksin. Başka çare var mı?

       Hukuk devleti bunu kaldırmaz, yasalar buna müsaade etmez… doğrudur. Ne ki, bunlar yapılmadan da milletin varlığı ve birliği, devletin beka ve işlerliği sağlanmaz ve korunmaz.

       Velhasıl mesele MİT değil, muhalefet yapmak adına lüzumsuz ve maksadı aşan açıklamalar yapmak… geçin bunları. Saygılarımla.


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
mülayım 2012-03-31 02:30:32

bildiğiniz üzere hukuk adına devletin ellenmeyen, dinlenmeyen yeri kalmadı. mit in bu sürece karıştırılmasına bende karşıyım ama iş bu boyuta geldikten sonra, madem herşey hukuk devleti adına sorgulanıyor, özel yetkili savcılıklar oluşturuluyor, ne olduğu belirsiz gizli tanıklar dinlenip okyanus ötesi trt tarafından canlı yayınlar yapılıp zemin oluşturuluyor, yanısıra analar ağlamasın diye kandile çadır mahkemeler kurulabilyor. benim bildiğim hukuk ok gibi olmalı, herkese eşit olmalı . bu anlamda günümüz hukuk u siyasetin elinde maşadır. biri muhalifse, içeri girmişse siyasilere sorduklarında, mahkeme sürecinde açıklama yapmamız doğru olmaz diyenler, aynı mahkemeyi tutup kandilde çadırın içine kurabiliyor, bu görevi yapan hakimler ise branşında en üst makamlara geliyor. velhasılkelam bu adalet bana pek adilmiş gibi gelmiyor, suçu sabit olmayan bir genelkurmay başkanını içeride tutabilen adalet, mit ten pis kokuyu duymazdan gelebiliyor

banner83

banner26