banner94

Ben Kimim… Nerdeyim… Nereliyim…

      Azığa acıkan mıyım, bedeninde ruhunu yitirmiş… Yoksa açlığa acıkan mıyım, ruhu bedensiz kalmış. Kimim ben, nerdeyim, nereliyim.

      Yol kenarındayım, yürüyorum rast gele.

      Hava kapalı ve kasvetli ama oldukça sıcak ve bunaltıcı… Dudaklarım birazcık kurumuş; oruçluyum ya… Ramazan açlığa acıkmaktır. İnsan açlığa acıktıkça ruh ortaya çıkar; yüzde güzellik olur, davranışlarda incelik ve estetik. İnsan üzerinden hayata böyle yansır ve dâhil olur ruh. Azığa acıkansa bedendir; azıksız kalan bedenin açlığı ortaya çıktıkça ruh geri plana düşer; yüz gerilir, davranışlar bozulur, hayata katkı verme gücü azalır ruhun. Açlığa acıktıkça aşkı yaşar insan, bir yandan da ölümü özler. Oysa beden azığa acıktıkça insan hayatı sever; ölümden korkar ve çekinir. Ölümsüz olmak istemesi de bu yüzden olabilir. Bu iki yaman çelişkinin ortasında kalmış bir varlıktır insan. Ama her donanıma sahip… Akıl nimetiyle donatılmış, iyiyi kötüden ayırma ve seçme özgürlüğüne sahip bir varlık. Sevgi ve aşkın tam orta yeri burasıdır bence… Hani bir yazımda; “para gibi aşkında iki yüzü vardır; bir yüzü aramak, diğer yüzü bulmak… Aşkı arayan ölümü bulur; çünkü ölüm hayatın aşkıdır. Aşkı bulansa varlığı bilir; çünkü her varlık aşk üzerine yaratılmıştır” demiştim ya. Demek oluyor ki, hayatında iki yüzü var ve yaşanıyor. Bir yüzü sevmek, diğer yüzü aşk… Aşkın iki yüzünü anlattım, sevginin kaç yüzü var acaba. Bence sevgi çok yüzlü, belki de yüzsüz. Yüzü yok sevginin, seven oluşturuyor sevginin yüzünü. Ressamların tablo yapması gibi bir şey; hayat tuval, gönül ressam, akılda her türlü boya. Gönlü neyi çekiyorsa, aklındaki boylarla onun resmini yapıyor insan hayatın tuvaline. “Sevgi kim olmak, aşk kim olduğunu bilmek” dememizdeki hikmette bu… Tuvaldeki resim nasıl veya neyi ortaya koymuşsa insan odur. Yaptığı resim kim olduğunu ortaya koyar insanın ama bu kim olduğunu bilmesi anlamına gelmez. Kim olduğunu bilmesi için aşk lazımdır. Belki de aşkı gerçek hikmeti üzerinden yaşaması. Yani tereddütsüz güven ve mutlak teslimiyet. Aşk hikmet üzerinden yaşanmazsa meczupluk ortaya çıkar. O zaman hikmet nedir?

      Hikmet, insan idrakinde varlığını koruyan gerçek bilginin tek kelimelik anlatımı… Hikmet… Söylenişi bile güzel ve anlamlı. Hikmeti bilgi olarak yorumlayanlara çok kızıyorum; hikmet nasıl bilgi olarak yorumlanır, nasıl bu kadar basite indirgenir. Hikmet doğru bilginin doğru yer ve zamanda kullanılmasıdır. Bu tanım bile yeterli değildir hikmet için, yaratılan her şeyin ve her varlığın, yaratıldığı anlam üzere anlaşılması, yaratılış amacına uygun davranması veya kullanılmasıdır hikmet.

     Nereden geliyor bunlar aklıma, yolumda yürüsem olmaz mı? Düşüncenin bitmeyen yolunda yürümek nereden çıkıyor böyle, benim takatim yeter mi buna. Birkaç yağmur damlası düşüyor Ülkücü Şehitler Anıtının mermer zeminine, çok iri damlalar. Hava sıkıntılı olduğu zamanlarda yağmur damlaları hep iri düşer. Geri dönüyorum. Yağmur damlaları sıklaşıyor, bende bu ritme ayak uydurarak adımlarımı sıklaştırıyorum. Toprak burcu, burcu kokmaya başlıyor biraz sonra. Gören ne der düşüncesi yalayıp geçiyor aklımı. Ne derlerse desinler diyor teselli eden bir ses. Daha derin bir teselli buluyorum kendime; “Aklı olan yağmurda yürür.”

      Yıllar önce Küçük Hamamın üstündeki tepede yakalanmıştım böyle bir yağmura; mevsim sonbahar. Üstümde o yılların modasına uygun bir pardösü… O tepede ne işim vardı, beklediğim kimdi hafızamdan silinmiş, belki de sildim. Bardaktan boşanırcasına başlamıştı yağmur, çam ağaçları bile engel olamamıştı ıslanmama. Ama mutlu dönmüştüm o ıslaklığın içinde, içimde sonsuz bir huzur. Beklediğim gelmese de ben sözümde durmuştum ya o yağmura rağmen. Bu günkü ıslanışım kimin ve neyin için. Aşka acıkmışlık mı bu? Yoksa açlığımda ortaya çıkan ruhun, beden arayışı mı bu ıslanışa sebep… Ruh, adanmış tertemiz bir bedende ortaya çıkar, benimkisi kirli ve kirletilmiş. Yağmur bu kiri siler mi, bu kirletilmişliği önler mi? Umutsuz değilim ama üstümdeki kir ve kirletilmişte kat, kat. “Allah var gam yok… Umut var kir yok”

     Akademisyen şair Nurullah GENÇ’ in o “Yağmur” adlı muhteşem şiiri var ya; böyle havalarda okunmalı. Benim gibi biçareler okumalı, böyle ıslanırken, böyle hüzünlü ve efkârlıyken. Hafızamı zorluyorum birkaç mısra bulmak ve mırıldanmak için ama yok. Kendim uydursam olmaz mı? Ayıp mı olur Nurullah GENÇ’ e…

      “O sonsuz deryada bir damla su da ben olsaydım.”

      “O’nu gören gözlerde bir bakışta ben olsaydım…”

       Sen yağ yağmur, ben ağlayayım; sen rahmet ol yeryüzüne ben kahrımı akıtayım. Kahrım kendime olsun duam Allah’a. Hayat yolunda ruhunu yoldaş edememişliğin kahrı olsun bu; aşkı yaşamaktan korkmanın belki de. Adanmışlığı olmayanın arayışı olsun bu kahır ve bedbahtlık. Kim olduğu halde bunu bilememenin yitikliği, çaresizliği ve ezikliği olsun. Sen yağ yağmur, ben ağlayayım… Deryada bir damla su olamamak bu, O’nu gören gözlerde bir bakış olamamak. Yağmur sen rahmet ol yeryüzüne, ben kahrımı akıtayım yol kenarına.

      Ben kimim öyleyse, nerdeyim, nereliyim…

     Yağmurun altında ağlayan biri olmak kimliğim, kendime olan kahrımda kişiliğim olsun, yetmez mi? Nerde ve nereli olduğumun ne hükmü var.

    Kim olduğunu bilen kulların Ramazan Bayramı kutlu olsun.

    Saygılarımla…


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26