banner94

 

                      NE  ETTİ… NEDEN  KAYBETTİ… (3. Bölüm)

 

“Kızılcahamam halkı eğer beni Belediye Başkanı olarak seçerse; bir daha kolay, kolay bırakmaz… Tabi, çok büyük bir hata yapmazsak…”

 

Bu söz Coşkun ÜNAL’ a aittir; 2004 yerel seçimlerinden önce KBRT de katıldığı, yedi saatten fazla süren canlı yayında söylemişti bu sözü. Hiç unutmadım ve hep aklımda tuttum; daha da tutacak gibiyim.

Bir nedeni var mı bu akılda tutmanın, hiç unutmamanın; sözdeki anlam gücüne bağlı değil bu akılda tutmak, yeri gelince hatırlatmak… Bu sözü söyleyen kişinin o dönem seçilememiş olması; beş yıl sonra, 2009 yılında yapılan yerel seçimlerde Belediye Başkanı olarak seçilmesi de değil bu sözü unutturmayan, hep aklımda tutan saik.

30 Mart 2014 günü yapılan yerel seçimleri kaybetmesi hiç değil; peki, neden bu sözü unutmuyor ve hep aklımda tutuyorum. Kendimce geliştirdiğim şu söz bunu açıklar, aklı kurcalayan sorulara cevap olur sanıyorum:

“Akıl sahibi her insanın mutlaka bir davası vardır; davası olanın iddiası da olur. Söylenen her söz bu davayı seslendirir; bu iddiayı hayata duyurur.”

Hayat anlayışım içinde, inanç haline getirdiğim ilke sözlerden birisi de budur; deli olmadığıma göre elbette benimde bir davam var. Davamı, söylediğim sözlerimle iddia haline getirmeye, duyurmaya çalışırım hayata.

Dava adamı Coşkun ÜNAL’ ın söylediği ve iddiasını ortaya koyduğu söz de; anlatmaya çalıştığım hayat anlayışıma aynen uymakta, inanç haline getirdiğim ilkelerle birebir örtüşmekte; aklımda tutuşum bu yüzden, unutmayışım buna bağlı.

İnanç haline getirdiğim hayat anlayışını ve ilkeyi biraz daha açmamı ve açıklamamı ister misiniz; bakın nerelere kadar uzanacak, nasıl ses verecek.

İman, inançlı bir Müslümanın en büyük iddiasıdır; bu iddiayı ispat çabası da, o insanı mümin eder. Her mümin önce yüreğinde besleyip büyüttüğü bu iddiaya güvenir; bu güven söze dönüşürse özgüven olur; imanının ikrarı haline gelir.

Bu sendeki nasıl bir hayat anlayışı, nasıl ilke demeyin; hakikat arayışı hayata böyle yansır, dava iddiaya böyle dönüşür.

İşte bu yazı dizisine; “Ne etti, neden kaybetti…” başlığını koyma sebeplerimden birisi, belki de en önemlisi budur; bir dava adamının bu sözüyle ortaya koyduğu iddia ve bu iddiayı ispat çabasıdır. Bu çabayı gösterirken kendi söyleyiş tarzıyla: “Tabi, çok büyük hata yapmazsak” ifadesinde can bulan o çok büyük hatayı arama, bulma, kendi zaviyemden kabataslak araştırarak yazıya dökme arzumdur.

Çok iddialı ve yüksek perdeden konuştu diyenler olmuştu o programı izleyenler arasında: “ Ne yapacakta bırakmayacak Kızılcahamam halkı…” diye dudak bükenler olduğu gibi. Bu sözün arka planındaki derinliği sezemeyenler; “hadi canım sende” demiş olabilirler, o hep çokbilmiş halleriyle. Omuz silkmiş ve anında unutmuşlardır bu sözü.

Oysa Coşkun ÜNAL bu sözü belli bir bilgi, birikim ve tecrübeye dayanarak söylemişti. Edindiği bilgi, birikim ve siyasi tecrübeyi bu sözle ortaya koymak, kendine duyduğu özgüveni de açığa vurmak istemişti bu sözü söyleyerek. O gün bundan emindim, bu günde kuşku duymuyorum.

Nedense inanmamak gibi yamuk ve çarpık bir anlayış gelişti toplumda; oysa inanmak daha kolay, basit ve insan tabiatına daha uygundur. “ Hele önce bir seçilsin, sonra görürüz boyunun ölçüsünü…” istihzası yerine, inanmayı devreye soksak: “Söylüyorsa pekala yapabilir…” diyebilmeyi denesek, yaratılışımıza kodlanmış inanç sistemimizle çelişmez, iç dünyamızda kaos oluşturmayız halbuki.

Bir böyle yapabilsek; davası olanı söylediği iddialı sözlerde yakalar, ispat etmeye zorlar, görev yapmaya ve hizmet üretmeye önce teşvik etmiş, sonra gayrete getirmiş olmaz mıyız: Oluruz herhalde…

Ne var ki, yaratılış kodlarımızı inkâr edercesine, her şeye ve her söze karşı hep bir güvensizlik ve şüpheyle yaklaşmayı itiyat edindik son zamanlarda. Davamızı unuttuk böyle davranarak, iddiamız kartopu gibi eridi, kaybolup gitti kendi yaktığımız bu şüphe ve karamsarlık Cehenneminde.

Bilgi ve birikimden, ola ki geçmişte yaşanmış olumlu veya olumsuz hadislerden, örnek veya ibret almadan, deneyim ve tecrübe kazanmadan özgüven oluşmaz; özgüven oluşmadan da söz ağızdan çıkmaz ki zaten.

Hadi söylendi diyelim, o söz değil laftır; öylesine ağızdan çıkıvermiş, önü ve sonu olmayan lakırdıdan ibaret.

Coşkun ÜNAL böyle biri değildi, önü ve sonu olmayan söz söylesin, konuşsun ulu orta. Bu sözü etmeden önce plan ve projelerini bir CD haline getirmiş, seçmenlere dağıtmış, bizde KBRT olarak yayınlamıştık.

Şu gerçeği de unutmamak lazım; yalan bile bir bilgiye dayanır, bir bilinenden yola çıkarak söyler insan yalanı. Hiç yoktan ve durup dururken değil.

Hemen birinci bölüme dönmek ve bu bölümün son cümlesinde sorduğum o sorunun cevabını aramak istiyorum tam bu noktada. Geçmişle bugünü kıyaslayarak bulmaya çalışacağım cevabını da. Soru şöyleydi:

“Coşkun ÜNAL’ ın bir vizyonu var mıydı, varsa bu vizyona dair plan, proje ve tasarıları hayata geçirmeye kalkıştı mı? Bu vizyonun emarelerini ortaya koyma, inşa ve ifasına başlamadan önce bunları halka anlatma, zihinlere oya gibi işleme zahmetine girdi mi, girişiminde bulundu mu?”

Başta ben ve benim gibi Kızılcahamam’ın temiz havasına kapılmış, buz gibi suyunu yudumlarken hayatı buranın dar vadisi, huzur ve sakinliğinden ibaret sanan insanlardan birisi değildi Coşkun ÜNAL.

Yurdunu tanıyan yurttaşlardan biriydi; bununla beraber, iş hayatı ve maddi imkânları ölçüsünde birçok dış ülkede de iş yapmış, gezip dolaşmıştı. Elbette yanında değildim, duyuma bağlı sağlam bilgiler bunlar.

Daha da önemlisi siyasetin bazen dar ve sıkışık, bazen geniş ve havadar koridorlarında zaman tüketmiş, akıl yürütmüş, gönül düşürmüş, tozunu yutmuş ve emek vermişti.

İhanetlerin yanında bulmuştu belki sadakati, sadakat giysisi içinde ihaneti görmüştü belki. Görev üstlendiği zamanlar olmuştu, layıkıyla yapınca belki dışlanmıştı, belki halka hizmetle yan yana bulmuştu yalanı, riyayı ve entrikayı.

Ben nereden biliyorum bunları; beraber miydim Coşkun ÜNAL’ la, elbette hayır. Hayat böyledir, böyle kurulmuş ve böyle işler siyaset çarkı.  İş ve çalışma yaşamı da bu ve buna benzer olayların yaşandığı dikenli, engebeli ve çetrefilli alanlardır. Az buçuk gördük, yaşadık, şahit olduğumuz çok hadiseler oldu.

Hele gücü, kudret ve otoriteyi bünyesinde barındıran siyasetin içinde olmak, ihanetle yoldaş, yalanla sırdaş, riyakârlıkla arkadaş olmak demektir. Herkes bilir bunları ama içinde olan yaşar, solur ve yudumlar bu bal tadındaki yaşam ve güç zehrini.

Siyaseti bu yüzden bal tadında yaşam ve güç zehri diye tanımlamam yadırganmasın; gerçekten böyledir siyaset. Bu zehri bir kere tadan, bir daha kolay kolay bırakamaz. Kana karıştı mı o zehir, ne iflah eder o insan, ne kurtarabilir o insan yakasını bu zehirden.

Ama şu da bir gerçektir; bazı insanlar bu zehirden habersiz bulaşır siyasete, aradığı nedir, hangi beklentileri için bulaşmıştır siyasete bilemem. Ne var ki, siyaset haz etmez kendine bulaşan bu insanlardan: reddeder, dışlar ve uzaklaştırır. Devam etmekte ısrar ederse zehirler, yok eder. Çoktur böyleleri, bakın etrafınıza görürsünüz, bir sürü…

Bazen de siyaset adam seçer, yapışır yakasına, hadi buna bulaşır diyelim. O güç ve kudret zehrini sunar o insana. Coşkun ÜNAL siyasetin seçtiği, yakasına yapıştığı, hadi bulaştığı diyelim, o güç zehrini sunduğu insanlardan birisidir. Ama siyasete bulaşan olmamış, yakışan olmuştur Coşkun ÜNAL.

Anti parantez bu kanaatimi de belirtmeden asıl konumuza geçmek doğru olmazdı, paylaşma gereği duydum. Bu yazdıklarımı okuyanlar Coşkun ÜNAL taraftarı sanabilirler, değilim; görünen hakikatlerin tarafındayım sadece.

İşte bu görüş ve kanaatlerim doğrultusunda bakıldığında Coşkun ÜNAL’ ın bir vizyonu vardı. Bu vizyon ışığı altında Kızılcahamam’ baktı, bu gözle gördü ve siyaseten yönetimine talip oldu diyebiliriz.

2004 yılı yine Mart ayında yapılan yerel seçimleri öncesi hazırladığı CD de ortaya koyduğu plan, proje ve tasarılar öyle pek afaki ve tutarsız şeyler de değildi hani. Ayağı yere basan ve Kızılcahamam’a yakışan plan, proje ve projeksiyonlardı.

Davası olmayanın iddiası, iddiası olmayanın vizyonu olur mu? Kızılcahamam Coşkun ÜNAL’ ın davasından önce kendi ifadesiyle sevdası olmuştu; hala öyle olduğuna inanıyorum ama bu sevda kara sevdaya dönüşmemeli.

İster dava diyelim, ister sevda; yönetimine talip olunan şehrin fiziki konumu, iklim ve tabiat şartları, orada yaşayan halkın hayat anlayışı, yaşam tarzı, düne, bugüne ve yarına bakışı veya beklentileri siyaset bilimi ve siyasetçi için çok önemlidir; hatta elzem.

Seçim dönemlerinde söylenen her söz, her tavır ve davranış halkın hayat anlayışına uygun, yaşam tarzıyla uyumlu, dünüyle bağlantılı, bugünüyle alakalı, geleceğiyle de örtüşen olmalıdır. Hazırlanan plan, proje ve tasarılar da o şehrin fiziki konumu, iklim ve tabiat şartları gözetilerek yapılmalı, halkın o zaman dilimi içindeki hayat anlayışı gözetilmeli, geleceği dair ipucu vermeli, estetik ve güzelliği getirmeli, yapılabilir olduğu kadar, ileride istikbal vaat eden yan ve yönlerinin olması unutulmamalıdır.

2004 yerel seçimlerinde Coşkun ÜNAL’ ın hazırladığı plan, proje ve geleceğe dair projeksiyonlar böyle miydi, bu şartlar düşünülerek mi hazırlanmıştı. Yoksa davadan büyük iddialar mı getirmişti Kızılcahamam halkının önüne… Sevda, kara sevda olarak mı algılanmıştı seçmenler tarafından.

Hem evet demek mümkün, hem de hayır… Ama seçimi kaybetmesi cevap olamaz, çünkü bu sorunun cevabı başka ve derin yerlerde.

Devam edecek…”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26