“ Her rüzgâr yağmur getirmez; çöl tozu da taşır… Bana ait bu sözün hayat açılımını yapacağım ama hele bir soluklanalım. İçim yine ezik, bugünde hüzünlüyüm; lütfen üzüntüyle hüznü birbirinden ayıralım, apayrı duygular olduğunu bilelim. Bu ayrımı yaparak tasavvur etmeye çalışın içine düştüğüm duygusal hali. Öyle algılayın ve anlamaya çalışın beni. Algıyla anlamakta apayrı iki kavram, aklın iki kavrama ve idrak etme şekli. Akıl her şeyi algılar ama her algıladığını kavrayamaz, anlamakta zorlanır. Aklın algılayarak anladığı şeyler yaşadıklarıyla, inançlarıyla, edindiği bilgi ve birikimleriyle alakalıdır. Ne ki, akıl her doğru anladığını da eyleme çeviremez. Çoğunluk tereddüt eder, ani karar vermekten korkar. Karamsarlık içinde bocaladığı zamanlarda olur, şüphe ve vehimler içinde kıvranır. Aslında normal şeylerdir bunlar, insana ait duygu ve düşüncelerdir ama tek şart var; insan hayatını bütünüyle ele geçirmemesi. Lider vasıflı insanlarda bu tereddüt ve karamsarlık hali asgari düzeydedir; karar vermekte fazla gecikmezler, hatta zorlanmazlar bile. Liderlikte budur işte; hani Büyük İskender’e çözülmesi imkânsız bilinen İskenderiye düğümü gösterilmişti ya… Ne yapmıştı Büyük İskender; çözmeye uğraşmamış, kılıcıyla kesip atmıştı o düğümü. Demek ki o güne kadar Büyük İskender çapında bir insan o düğümün başına geçmemiş, çözmeye kalkışmamış. Eh, liderler ot gibi bitmiyor ki yerden; filozoflar da öyle. Filozoflar düşünür, felsefe geliştirir; liderler karar verir, sorunları çözer. Karar veren ve sorun çözeni tercih etmek doğru ve yerinde bir karar gibi gelebilir ama değil. Her liderin hürmet ettiği bir filozof mutlaka vardır ve olmalı. Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem” diyebilen de bir filozof; kim o, DİYOJEN mi? Ne ki, filozofların peşine düşmek, felsefi yaklaşımlar içinde hep hayatın düşünen seyirci olmayı tercih etmekte çok doğru ve anlaşılır gibi gelmiyor bana. Hep liderliğe soyunmak, her düğümü kesip atmakta öyle… Önemli olan biraz filozofça düşünmeye çalışmak ama yeri ve zamanı geldiğinde de lider gibi davranmak. Lafın özeti insan olmak ve insanca yaşamak; hepsi bu… İçim yine ezik, bugünde hüzünlüyüm dedim ve sözü nereye getirdim; hüzün, duygu yoğunluğunun insan aklına siyaset etme halidir. Üzüntü ise, acı ve ıstırabın insan duygu ve düşüncelerini tamamen ele geçirmesi ve hâkimiyet kurması… Ben bu iki kelimeyi hep böyle anladım, anladığım gibi de yaşamaya çalıştım. “AKLEDEN KALP” Kur’ an-i bir tabirdir; aklın kalbi duygularla bütünleşmesini, düşünce geliştirmesini ve eyleme geçmesini ifade eder. Eğer derin acı ve ıstıraplar duygulara hâkim olursa, insan önce duygularını kontrol edemez, sonra aklın kalp âlemiyle irtibatı kesilir; gereksiz çırpınış ve kontrol dışı hareketler ortaya çıkar. İslam dini masumiyeti ve hüznü bu yüzden önemser, Hz. Muhammed’e (S.A.S.) hüzün Peygamberi denmesinin sebebi de bu olmalı. Masum olan nasıl şımarık olsun, aşırılık göstersin; mahcubiyet ve hüzün onun tek sığındığı duygu ve düşünce kovuğudur. HİRA, Nur Dağının böyle bir kovuğudur; tabi bence… Karşı görüşe, farklı fikre hep hazırım ama müspet ve anlaşılır olmalı. Neden içim ezik, neden bugünde hüzünlüyüm; anlatayım. Bazen ani çıkışlarım oluyor, böyle durumlarda içim eziliyor. Her insan gibi bazen hafifliğim tutuyor, şımarıkça şeyler yapıyorum. Farkına vardığımda da koyu bir hüznün içinde buluyorum kendimi, mahcup oluyorum. Yazılarımda, yıllar öncesi yaşanmış anılara yer vermeye, eski günlere dair küçük ve anlamlı manzaralar koymaya dikkat ediyorum; ne kadar başarılı olduğum tartışılır. Karşılaştığım bazı olayları yorumlamak, kendimi de taraf bulduğum bazı sohbet ve tartışmaları aktarmakta alışkanlıklarım arasında. Neden yapıyorum bunları; insan yaşadığı yerle ünsiyet bağı içindedir. Bu bağ geçmiş, bugün ve gelecek zemini üzerinde kurulur, yaşanır ve hayata katkı sağlar. Ünsiyet içinde olan etrafında yaşanan her şeyle ilgilenir, alaka kurar, etkiler ve etkilenir. İlgilendiğini anlamaya, alaka kurduğu şeyleri anlatmaya çalışır. Etkilendiği ve etkilediği her şey hayatına da yansır ve yansıtması da kaçınılmazdır. Benim yaptığım da bu, farklı bir şey değil. İçimi ezen, hüznüme sebep olan yine böyle bir durum; samimi bir ortamda başlayan sohbetin aniden tartışmaya, hatta didişmeye dönüşmesi; beni de taraf olmak zorunda bırakması. Aslına bakılırsa hayata katkı sağlayamamaktır bu, yetersiz kalma hali; bu duruma düşenlerin bu hale bahane aramaları, örtbas etmek için boş ve anlamsız gayretkeşliği belki. Kızılcahamam’da çok fazla arkadaşım yoktur; hele dost olarak gösterebileceğim kişi sayısı ikiyi, üçü geçmez. Bunlardan birisi de Mustafa BAYRAM’ dır; hep sakin, hep sessiz ve hep sabırlı. Benim gibi birisine katlanmak, anlamaya çalışmak sabır gerektirir, sakinlik ve suhulet ister. Ara sıra yanına uğrar birlikte çay içer, dertleşir, günlük meseleleri konuşur, halleşiriz. Çok konuşan, olaylara yorum getirmeye çalışan hep ben olurum, hep kazançlı çıkansa Mustafa BAYRAM. Çünkü sabır ve sükûneti tercih eden hep kazanır. O zaman bende kendimi şöyle avutur, teselli bulmaya çalışırsam kim ne der: “Barajlarda iki savak vardır; dip savak temizlik için kullanılır, üst savak fazla suyun tahliyesi içindir. Bilgi insan zihninde birikmeye başlarsa tehlike çanları çalmaya başlar. Kirlenmeyi önlemek için bazen dip savak açılır. Fazla su birikimi barajı tehdit etmeye başlarsa, baraj gövdesini korumak ve taşkınlara sebep olmamak için bazen de üst savak devreye girer ve fazla su tahliye edilir. Bunun için dostlarıma dip savağı açarım; onlar bu derin ve dipli sohbetlerde karlı çıkarken bende olası bilgi kirlenmesinin önüne geçerim. Yeri gelir bazen üst savağı herkese açarım; fazla bilgiyi tahliye ederken taşkınları önler, zihnimi yıkım ve tahribattan kurtarırım.” Eh avuntu ve teselli de böyle olur. En son yanına uğradığımda böyle bir birikim hissetmiş, tehlikeyi sezmiş olmalıyım ki, Mustafa BAYRAM’ la sohbet etmeyi arzuladım. Nerede olacağı malum; Aşağı Merkez Caminin teras kısmına taşınan çay ocağında buluyorum kendisini. Sigara içilmeyen bölümün en dip köşesine tek başına çekilmiş bulmaca dolduruyor. Kızılcahamam’da bulmaca çözenler arasında üstat konumunda ki kişiler arasındadır Mustafa BAYRAM. Akıl dağarcığını kelimelerle doldurmuştur; her kelimenin bulmacadaki karşılığını bilir ve hemen koyar ilgili sütuna. Selam verip yanına oturduğumda gözleri ışıdı; epeydir görüşmemiştik, bunaldığı belli. İnsanı yalnızlık bunaltmaz; bilgisiz ve düşüncesiz kalmak bunaltır. Bilgi yalnızlığı en dostça paylaşandır; aklın edindiği bilgilerle düşünmeye başlaması, yalnızlığın başka türlü giderilme halidir. Acaba öyle mi; yaşamak lazım… Hemen çay söyledi, bulmacalarla dolu gazete sayfalarını toparladı bir yandan da. Hep taze bulmuşumdur o çay ocağında içtiğim çayları, ilk yudum hoşuma gitti. “Uzun zamandır görünmedin” dedi o sıra Mustafa BAYRAM; kısıkça bakan yeşil gözlerinde dostça bir ifade yakaladım. Duygularını hep saklayan veya saklamak zorunda kalan bir insan olduğu bilgilerim arasında; bu ifadenin ani bir refleksle kaybolacağı da. Öyle de oldu, o her zamanki sabır ve sükûnet hali gelip oturuverdi bakışlarına. Kontrollerim için Ankara’ya gittiğimi anlattım, malum yıllardır hayatımın bir parçası haline geldi bu sağlık kontrolleri. Daha sonra laf lafı açtı; “Yine aday çokluğu yaşıyor AK Parti” gibi bir laf atılıyor ortaya: “Özgürlük, seçenek çokluğuyla hayat bulur.” Her zaman ve her yerde ortaya koyduğum bir düşüncedir bu; seçeneksiz özgülük olmaz. “İyi bir şey mi?” diye sormak Mustafa BAYRAM’ ın en tabi hakkı. “Özgürlük adına iyi ama bu adaylar arasındaki tercihi seçmen olarak biz yapmalıyız. Üst irade bu on üç aday adayı arasında bir tercih yapacak ve önümüze koyacak. Bize de oy verip, vermemek düşecek. Özgürlük adı atlında o üst iradeye yine mâhkum kalacağız. Yerel seçimlerde de tercihli oy kullanımı olmalı. Partiye mühür basarken, aday adayları arasında da tercih hakkımızı kullanmalıyız.” Çayını yudumlarken düşünüyor Mustafa BAYRAM. Aklına yattığı belli, yüz hatlarına bu rahatlık yansıyor. “Şu SARIGÜL meselesi ne, çok uzadı ve abartıldı gibi…” “Her rüzgâr yağmur getirmez; çöl tozu da taşır” diyorum felsefi yeteneklerimi kullanarak. Sonra ilave ediyorum:”Çöl tozu olmadan da yağmur yağmaz.” (Devam edecek)
uğur demirbaş
10 Ağustos 2016 Çarşamba 14:50
681 Okunma
Son Güncelleme: 10.08.2016 14:54