banner94

“Ali ALTINOK ve CHP” (2.Bölüm…)

“Bilinen bir şiirin dizelerindendir: Umut fakirin ekmeği, ye Mehmet ye… Peki, zenginin, güçlünün veya muktedir olanın ekmeği nedir;

“Ali ALTINOK ve CHP” (2.Bölüm…)

“Bilinen bir şiirin dizelerindendir: Umut fakirin ekmeği, ye Mehmet ye… Peki, zenginin, güçlünün veya muktedir olanın ekmeği nedir;

uğur demirbaş
uğur demirbaş
20 Ekim 2014 Pazartesi 16:19
1018 Okunma
  “Ali ALTINOK ve CHP” (2.Bölüm…)

                       NE  ETTİ… NEDEN  TERK ETTİ… (2.Bölüm…)

                              “Ali ALTINOK ve CHP”

 

“Bilinen bir şiirin dizelerindendir: Umut fakirin ekmeği, ye Mehmet ye…

Peki, zenginin, güçlünün veya muktedir olanın ekmeği nedir; hiç düşündünüz mü?

Zenginin, güçlünün veya muktedir olanın ekmeği de kurduğu sınırsız hayallerdir…

Fakirin bir avuç hayatı vardır; kalbi ve hasbi bir duygudur umut… Doyurur fakiri…

Zengin, güçlü ve muktedir olanlar hep hayal kurar; aklın sınır tanımaz düşüdür hayal… Doyurmaz kuranı…

Neden siyasetçilerinde bir ekmeği olmasın; olmalı…

Nedir siyasetçinin ekmeği…

Seçilmek ve iktidara gelmek mi? Yoksa hem gönüllere girmek, hem akıllarda yer tutmak mı?

Daha da ötesi; kavramlara hayat hakkı vermek, tasavvurunu kavramlarla beslemek mi?

Önerilerle aklını zenginleştirmek, eleştirilerle akıl sınırlarını genişletmek mi? Örnek şahsiyetlerin hayat öyküleriyle şahsını donatmak, şahsiyet sahibi oldukça kendisini hayata adamak ve halkına âşık olmak mı?

Nedir siyasetçinin ekmeği…

Bilgi mi, beceri mi, tecrübe mi?

Acaba bunların hepsini ekmek haline getirmiş olmasın siyasetçi…

Neden olmasın…”

 

Ali ALTINOK o yıllarda henüz çocuk olmalı, bense yirmili yaşların hercailiği içinde, aklı bir karış havada bir delikanlı; babası rahmetli Muammer ALTINOK’ u tanıdım.

Yaşça oldukça büyüktü benden, yakınlık kurmam ne mümkün. Hele meclisine katılmak, sohbetinde bulunmak adeta imkânsız… Sadece uzaktan izlemek, gıpta etmek, imrenerek bakmak benim tanıma dediğim.

Alnına dökülen o düz saçlar, tığ gibi bir vücut, seri ve çevik adımlarla karizmatik yürüyüş… Hatırlamaya çalıştıkça hep bu hayal dikiliyor karşıma; böyle birimiydi Muammer ALTINOK… Herhalde.

Nedenini hala bilmiyorum, bilmekte istemiyorum ama ruhen hep yakın hissetim kendimi Muammer ALTINOK’ a. Bilmiyorum açıklamasından sonra neden bilmekte istemiyorum diye katı bir ifadede bulundum: Bazen bilmemek, bilmekten daha önemlidir insan hayatında.

Bilinen, bilindikçe değer kaybına uğrayabilir, böyle bir ihtimal her zaman vardır. Ne ki, bilinmeyen veya bilinmek istenmeyen hep aynı değerindedir ve öylece kalır.

Allah’a iman etmekte böyledir; iman et ama nasıl bir varlık diye tanımaya, tanımlamaya ve bilmeye kalkma. Müslüman bildikleriyle mümin olmaz, gayba imanıyla mümin olur ve kalbi sükûnet bulur. İşte böyle bir duyguyla ‘bilmekte istemiyorum’ ifadesini kullandım.  

Her neyse; içkinin üç şekilde içildiği bilgisini öğretti rahmetli Muammer ALTINOK bana; oturup nasihat etmedi elbet, takip etmeye ve örnek almaya çalıştığım davranışlarıyla oldu bu öğreti.

İçkiden güç alanlar, içkide kendisini bulanlar, içerek kendisini kaybetmeye çalışanlar. Detay vermeden geçeceğim ilk iki gruba girenleri, belki yeri gelir anlatırım.

Hem Muammer ALTINOK, hem de ben, içkide kendisini kaybetmeye çalışanlar grubuna giriyorduk. Oturup birlikte karar vermedik buna; dedim ya sadece uzaktan takip ettiğim insanlardan biriydi Muammer ALTINOK. 

Yaşanmışlıkların zihnimde bıraktığı tortuda bulduğum bir tespittir bu; yanılgı payımı saklı tutuyorum.

Çok seri ve çabuk konuşuyor olması zekâ seviyesini gösteriyordu rahmetli Muammer ALTINOK’ un; o müthiş tezenesi ve sesi ise ne derece kabiliyetli olduğunu ortaya koyuyordu. İçkide kendisini kaybetme arzusu da buradan geliyordu; eğer toplum sanata ve sanatçıya değer vermiyor, zekâ seviyesi yüksek insanların önünü açarak hayat hakkı tanımıyorsa, bu tip insanlar içkide kendi varlıklarını eritmek isterler; bir anlamda kaybolup gitmek.

Başka da yapacakları bir şey yoktur; böyle bir düşünceye saplanıp kalırlar her nedense. Bende de var olan ve hayatımın bir bölümünü etkileyen bu saplantı ve saplanıp kalma hali; öyle sanıyor ve eminim, Muammer ALTINOK’ un da yaşadığı bir haldi.

“ALLAH BİLİNMEYİ MURAD ETTİĞİ İÇİN YARATMIŞTIR İNSANI…

YARADANANI BİLMEK İÇİN YARATILAN İNSAN NEDEN DİĞER İNSANLAR TARAFINDAN BİLİNMEK İSTEMESİN…

HELE BU İNSANIN ZEKÂ SEVİYESİ YÜKSEK VE BİRDE SANATÇI İSE, NEDEN TAKDİR VE TALTİF BEKLEMESİN.”

Ali ALTINOK ve CHP başlıklı yazıda bunların yeri ne, ne gereği var diyenler olabilir; geçmişe dokunmadan gelecek kurulmuyor. Babasız doğan tek çocuk ise sadece Hz. İsa…

Ali ALTINOK, o babanın oğlu, hatırlamak, anmak ve hafızaları yenilemek adına şöyle bir dokundum rahmetlinin hayatına; sadece dokundum.

Birinci bölümün ilk cümlesini hatırlayalım: Siyasi partiler iktidara gelmek için kurulur…

Siyaset yapmak isteyen her siyasetçi de, mensubu olduğu partiden bunu bekler ve siyasetini bu iddia ve hedef istikametinde icra etmeye gayret eder. Hele o siyasetçi Ali ALTINOK gibi adına uygun yüksekte olmak, o yükseklikte yücelmek isteyen biriyse; bu beklenti amaca, bu gayret azme dönüşür.

Kızılcahamam siyasetinde bu beklenti amaca döner mi, bu gayret azme tahvil edilebilir mi? Hele Ali ALTINOK’ un mensubu olduğu siyasi parti CHP olursa bu iddia sübut bulur, bu hedefe ulaşmak mümkün olur mu?

Yıl 1999… Genel seçimlerle birleştirilen yerel seçim çalışmaları aklıma düşüyor; Ali ALTINOK’ la o seçim çalışmaları, daha doğrusu propagandası sırasında tanışıyorum; CHP nin Belediye Başkanı Adayı Nafi IŞIK.

O günlerde altı yıl önce açığa alınmış bir devlet memuru olarak hem zaman bolluğu yaşıyor, hem de itiraz ve isyan arasında da bocalayıp duruyordum. Bu yazıyı kaleme aldığımda emekliyim ama nedense zaman bolluğu içinde değilim.  Çelişki gibi geliyor ilk bakışta ama değil, bir insanın işi veya görevi olduğu halde yapamaması veya yapmasına müsaade edilmemesi zaman bolluğu oluşturur; bu bolluğun süresi uzarsa girdap oluşmaya başlar. Direnmek boşunadır, önce itirazlar, sonra isyanlar içine girer o insan ve kapılır o girdaba.

Okur… Okuduğu her kitap bu girdabı güçlendirir, o itirazı artırır, o isyanın alanını genişletir.

Susar… Her susuş sabrını yer bitirir, tahammül gücünü azaltır, direncinin temellerini sarsar.

Konuşur… Her söz yetersizdir, her laf basit ve sıradandır, her cümle anlamsızdır onun için.

İşte o günlerdeki ruh halim, içine düştüğüm psikolojik çıkmazın bende bıraktığı akıl tutulması veya aklın o doğal mecrasında tepinip durması.

Ali ALTINOK nereden bilsin bunları; seçim atmosferinin o sıcak ve boğucu atmosferi altında çırpınıp durmakta. Resul YILDIZ ile Hükümet Konağının karşısında pankart asarken karşılaşıyoruz bir akşamüstü.

Nafi IŞIK’ a gönül vermiş, daha önemlisi umut bağlamış CHP li birkaç kişiden işittiğim, oldukça çirkin ve anlamsız bulduğum şu sözü veya savunmayı aktarıyorum kendilerine:

“Bu seçimde adayımıza bakın, partimiz önemli değil…”

Bu sözü söyleyenlere veya bu savunma içine girenlere de şöyle dediğimi aktarıyorum biraz itiraz, biraz isyan içinde:

“ Eğer adayınız partinizden daha önemliyse keşke bağımsız olarak katılsaydı seçime; daha doğru olmaz mıydı?”

Ali ALTINOK beklentimin üstünde bir ilgi gösterdi o seçim telaşına rağmen, bu tarz söz ve savunmaların yanlış olduğunu dile getirdi. İlgileneceğini ifade ederek beni teskin etmeye çalıştı.

Yine de bu şifai görüşmeyi yeterli görmedim ve bu itirazımı bir dilekçeye bağlayarak parti ilçe teşkilatına ilettim sonraki günlerde.

İlk yakın tanışma böyle oldu, ilk intiba benim açımdan sıcaktı, samimiydi, olumluydu.

1999 yılında yapılan genel seçimler psikolojikti; Kızılcahamam yerel seçimleri ise oldukça dengeli ve stratejik. Bu cümlenin altını çizin…

MHP Yaşar YILDIRIM’ dan boşalan koltuğa Salih ÖZTÜRK’ ü layık görmüş ve aday göstermişti. Refah Partisi halk üzerinde etkiliydi o yıllarda, adayı Şaban UYAR. ANAVATAN Partisi henüz tasfiye edilmemiş, hala umut vadediyordu ve adayı Muharrem KALENDER. Doğruyol Partisi her zamanki gibi halkın dimağında diriydi, adayı Esen Ali SEZEN, BBP Kazım KARA ile iddialı ve halkın teveccühünü cezbeder durumda. ÖCALAN’ ın yakalanmasıyla DSP güçlenmiş genel seçimlerde atak, yerel seçimlerde bu psikolojiyi seçim propagandası olarak kullanmakta ve etkindi.

Demokrasinin arzuladığı bir seçimdi 1999 yılında yapılan Kızılcahamam yerel seçimleri… Genel seçimlerde ise yaşanan akıl tutulmasıydı; çok sonra anladı bunu seçmen. Psikolojik olarak etki altına alındı seçmen kitlesi; ilk kez sağduyu değil, yapay ve sanal kanaatler üzerinden tercihler oluşturuldu.

Sıkıcı olmamak ve okuru sıkmamak adına konuyu biraz değiştirelim mi?

“Kızılcahamam’ da yaşayan halkın ekonomik durumu, gelir ortalaması, hayata bakışı ve genel hayat anlayışı, siyaset algısı ve siyasetten beklentisi tarafsız bir akılla incelenirse; sol partilere oy vermesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Ama nedense bu halk 1973 tarihinden bu yana sağ partileri tercih etmiş, oy vermiş ve işbaşına getirmiştir. Bunun bir sebebi olmalı, CHP bunu mutlaka araştırmalı…”

Bu sözü Ali ALTINOK’ a söylememin üzerinden birkaç sene geçti; yanına uğradığım bir gün: Bir senedir bu söz üzerinde düşünüyorum dedi, nasıl bir kanaate vardığını nedense söylemedi. Ben niye sormadım: Bazen bilmemek, bilmekten daha önemlidir.

CHP iktidara gelmek için mi gayret ediyor, yoksa devleti kuran ekibin partisi olarak mı kendisini tanımlıyor, bu bağlamda mı politikalar üretiyor. Devletin kuruluş felsefesinde eğer halkçı olmak varsa; bu halkçı olma umdesi, halkı kendi siyasi düzleminde düzenlemek ve şekil vermek olarak mı ortaya çıkıyor. Bilgi ve tecrübe edinmesiyle her an kendisini geliştiren bu halk, bu düzenleme ve şekil vermeyi kabul eder mi?

Konuyu başka bir mecraya kasıtlı olarak kaydırdım, tekrar 1999 yerel seçimlerine, Ali ALTINOK ile kurduğumuz diyaloglara yer vereceğim; hele Ali ALTINOK’ la yaşanan 2004 Yerel seçimleri bambaşka bir atmosfer, değişik bir ortamdı benim için. Dimağlarda yer tutan doyumsuz bir tat ve lezzetti; siyasi bir anıydı, hatıraydı. “Devam edecek…”


Son Güncelleme: 20.10.2014 16:23
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
misafir 2014-10-20 20:43:26

Ben bu yazidan hic bisey anlamadim

Avatar
Yazar... @misafir 2014-10-29 11:58:54

anlamak için anlayarak okumak lazım, laf olsun diye göz gezdirmek yetmez. anlamak için 1. bölümü okumak, 3. ve diğer bölümler içinde merak etmek gerekir, merakı olmayan nasıl anlasın.

banner89

banner83

banner26