banner94

A N A L İ Z

“İslam’ın güneşi Batı’ dan yükselecek…”

A N A L İ Z

“İslam’ın güneşi Batı’ dan yükselecek…”

uğur demirbaş
uğur demirbaş
27 Ocak 2015 Salı 13:30
899 Okunma
A N A L İ Z

                        A N A L İ Z

 

“İslam’ın güneşi Batı’ dan yükselecek…”

 

Yıllar, yıllar önce söylenmiş bir sözdür bu; Refah Partisinin siyaseti zorladığı, Milli Görüşün gönüllere yerleştiği günlerde duymuştum. Kim söylemiş, ne maksatla söylemiş, söylendiği zaman dilimi içinde nasıl ve ne şekilde gelişmeler olmuş, olaylar yaşanmış veya yaşatılmıştı tam olarak aklımda yok. Bu söz hangi gerçeğin hayat açılımıydı, hangi saik üzere söylenmiş ve toplum tarafından ne anlamda benimsenmişti hatırlamakta zorlanıyorum.

Belki de peş peşe o kadar sarsıcı şeyler yaşadık ve yaşatıldı ki, yer tutmamış aklımda; aklımın o hiç eskitmeyen ve toz tutmayan deposunda.

Hafıza aklın deposudur.İnsan, zihinde yer tutan söz, bilgi, olay veya yaşanmışlığı doğru kavrar ve düzgün şekilde istiflerse, hiçbir söz, bilgi, olay ve yaşanmışlık yoktur ki unutulsun, kaybolup gitsin. Bu sözü unutmadığıma göre demek ki önemli bulmuşum, anlamlı gelmiş, o günkü yaşanmışlık içinde bana çok şey ifade etmiş olmalı.

Dün gibi hatırlıyorum üzerinde çokça düşündüğümü; Doğu’dan doğan İslam güneşi battı mı ki, bu kez Batı’dan yükselecek, dilim varmıyor ama doğacak diye. Yükselmek için doğmak gerekmez mi?

Eğer bu sözü İslam dinini seçmiş bir Müslüman söylemişse; mevcut durumu oldukça umutsuz görmüş olmalı ki, böyle bir sözü söyleme gereği duysun veya söylemek zorunda kalsın.

İslam dinini seçmemiş ama takip eden, az buçuk bilgi sahibiherhangi bir dine mensup biri söylemişse; benim için bu daha vahimdi o günlerde.Koskoca İslam Dünyasınıniçine düştüğü durumu görmüş vevicdanının attığı çığlık eşliğinde bu sözü söylemiş olmalıydı; çığlık durumun vahametini, sözdeki incelik anlam genişliğini, yapılan tespit ise Müslümanların halini pürmelalini ortaya koymaktaydı uluorta.

Ola ki bu sözü Batı Medeniyeti içinde Hıristiyan dinine mensup birisi söylemiş veya ağzından kaçırmışsa;söylenen bu söz geçen bunca yıl içinde yaşanan veya yaşatılan her hadiseye ışık tutar mahiyetteydi. Bilinmeyen, daha açıkçası bilindiği halde görmemezlikten gelinen bütün olayların üzerinde biriken sis perdesini aralar, yaşanan veya yaşatılan her şeyi bütün çıplaklığı ile tek, tek açığa çıkarır ve sergiler.

Kelimeleri aralayan, aralarına sıkışmış mana ve maksatları bulan, arka planında neler olup bittiğini araştıran hemen anlardı bu sözdeki hayat açılımlarını, işaret ettiği gerçekleri.Aralayan oldu mu; mana ve maksatları bulan, olup bitenlerin arka planını araştıran; belki birkaç kişi…

Ama kolay değil zordur bu işler, aklın tam kapasite çalışmasıve araştırması, gözün gördüğünü okuması ve anlamak için yorulması, zihnin diğer meşguliyetlerden kendisini sıyırması ve kavraması gerekir tüm bu olup biteni.

Peki, ben ne yaptım bu sözü işittiğim veya okuduğum günlerde, üzerinde birazcık düşündüm ve hafızama depolamakla yetindim. Yani kolaycılık…

Akıl: ‘İyi-Kötü’ üzerinde hareket eder, düşünce geliştirir, fikir üretir, öneri sunar ve önlem alır. Zekâ: ‘Doğru-Yanlış’ üzerinde anlık veya günlük bakar hayata, seçenekleri değerlendirir, fırsatları kollar, imkânlardan yararlanır.

İyi-kötü birer seçenek değildir, yaşama dair birer süreçtir; iyi, kavramolarak geniş ve derindir,milyonlarca seçeneği ve alternatifi bünyesinde barındırır; kötüde kavram olarak aynen iyi gibidir.

Çoğu yerde yer bile değiştirirler bilerek veya bilmeyerek. Örnek: “Bazen şer bilinen de hayır; hayır bilinende şer vardır.”

Doğru-yanlış sadece birer seçenektir; doğruda kazanır, yanlışta kaybeder insan. Yanlışlar gibi doğrular da bellidir, zekâ belli olanı kısa zamanda seçebilme ve değerlendirebilme yeteneğidir.

Tam burada yaşanmış bir örnek iyi gider; öğretmen üzerinde oldukça fazla düşündüğü dört şıklı bir soru sorar öğrencilerine. Maksadı akıllıyla, zeki olanları ayırmak… Soru şöyledir; farklı olanı işaretleyin… a) Portakal… b) Karpuz… c) Kurşunkalem… d) Çilek…

Elli kişilik sınıfta biri hariç kırk dokuz öğrenci, hepimizin hemen karar vererekişaretleyeceğimiz şık olan kurşunkalemi farklı bulur ve işaretlerler. Aklını kullanan tek öğrenci çilek şıkkını seçer ve işaretler. Öğretmen sorar: Neden sende diğer arkadaşların gibi kurşunkalemi işaretlemedin.

Cevap ilginçtir; soru vasıf veya nitelik olarak farklı olanı bulun diye sorulmadı, şıklara baktım, soyulmayan tek nesne çilek, diğerleri soyulabiliyor. Sonra soruda hangisi yenilir veya yenilemez diye bir sonuçta çıkmıyordu; bu yüzden çilek şıkkını işaretledim.

Kıssadan, hisse; kurşunkalem şıkkını işaretleyenler yanlış yapmış olmuyor, fakat sorudaki inceliği fark etmek ve farklı olanı bulmak akıl işi. Zekâyı akıl skalasına koyarak düşünmekte denebilir buna. Çok anlamlı bulduğum için anlattım.

Batı Medeniyeti pozitif aklı seçmiş, bu akıl üzerinden hayat kurgusunu geliştirmiş, düşünce ve fikir üretmiş, gelecek algısını, daha doğru bir ifadeyle gelecek kaygısını bu projeksiyonla tasarlamış, plan ve projelerini buna göre hazırlamış ve uygulamaya koymuştur. Bunu kim inkâr edebilir ki…

Eğer bu sözüBatı Medeniyeti ve bu medeniyet algısı içinde yetişmiş bir insan, bu pozitif akıl algısı üzerinden söylemiş veya birilerine söyletmişse, vay halimize…Bugüne kadar yaşananlar ve bugünortaya çıkan manzaralar bu halin arzı gibi.

Batı’nın akıl algısı iyi-kötü üzerinden hareket ediyorsa, neden iyi olanlarından Doğu Medeniyeti nasibini almaz veya alamıyor. Hep kötü ve miadını doldurmuş olanlar bize düşer veya hep buna duçar oluyoruz diye düşünenler çıkabilir; Doğu Medeniyeti asırlarca iyiliği karşılıksız sundu ya insanlığa… Bu soru, bu sunuştan etkilenen bir akıl algısından mülhem olsun.

Batı iyiyi önce kendisi için bulur, ister ve saklar; insanlığa sunacak olursa, ya o iyinin miadı dolmuş olmalı, ya da yüksek bir bedel karşılığı olmalıdır bu sunuş… Yani bedeli mukabilinde, öyle bedavacılık yok.

Kötüyü ise kendisinden uzak tutar, ötekileştirdikleri üzerinden tanımlar, tanımlamakla da kalmaz ona yamar, yaftalar; olmadı ihraç eder.

Oysa İslam Dinini kabul etmiş bir Müslüman iyidir, iyilik üretir ama bunu önce karşı taraf için ister, arzu eder, yapmaya çalışır; kötülüğü nefsinden bilir, kötüyü ötekileştirmez; ihraç etmek yerine ıslaha yönelir, imha etmek aklından bile geçmez çünkü hayatı zıtlarıyla kabul eder ve yaşar.

Ne ki, İslam Âlemi akıllı olmaktan bıkıp, zeki olmaya karar verdiği günden bu yana, zeki olmak ve sunulan seçenekleri hemen alıp kullanmak kolayına gelmiştir. Zekânın gereği olarak doğru- yanlış üzerinde kurmuştur hayat anlayışını, medeniyet algısını, kültür ve sanatını. Günü birlik düşünmeye, gelecek kurgu ve kaygısından kopmaya, çıkar ve menfaat hesaplarıyla hayat tarzını geliştirmeye başlamıştır zaman içinde.

Batı Medeniyetinin teşvik ve tahriki de tesirli olmuştur elbette; üretmek yerine üretileni, icat etmek zahmetine girmeden icat edileni almak.

Bulmak, ortaya çıkarmak ve değerlendirmek zordur, meşakkatlidir, önce akıl, sonra alın teri dökmeyi gerektirir; hazır varken bütün bunların lüzumu var mı?

Sahip olduğun imkânları, kaynakları, olmadı değerleri sun ve al hazır olanları; nimet olarak kullan. Düşünme emeksiz nimet olur mu?

Zekâsını övenlere inandı Doğu Medeniyeti, geçmişte yaşanan ve yapılanlarla gururlandı, böbürlendi. Övgü ve kolaycılık üzerinden baktı hayata, bu yolla gelişeceğini, ilerleyeceğini sandı; oysa gelişmek zorluğu seçmek, meşakkate katlanmak, çileyi göze almakla mümkündü.

“İslam’ın güneşi Batı’dan yükselecek…” Sözü nereye oturtacağız bu tanımlamaları yaptıktan sonra; oturup günlerce düşünmek lazım.

Müslüman Âlemi olarak söze döktüğümüz ama davranışa dönüştüremediğimiz, hurafelerle aslından kopardığımız, keramet ve mucizelerle süslediğimiz, rivayet ve menkıbelerle mecrasını değiştirdiğimiz İslam dinini, pozitivist akıl algısıyla anlayan, kavrayan ve gerçeğine ulaşan Batı Medeniyeti bu dini yaşamakta bir beis görmemektedir; tek bir şartla:

“Bizi bu dinden uzaklaştırmak ve kendi anlayışına uygun bir İslam dini oluşturabilirse… Daha sonra bizibu yeni dinin mensubu yapabilirse…”

Misyonerlik kavramını misyonerler aracılığıyla hayata geçirmeye çalıştı, oryantalist bir anlayışla Müslümanlar arasına girdi ve denedi bunu. Cemaat ve din adamları aracılığıyla uygulamaya koydu, ılımlı İslam projesiyle zihinleri karıştırdı. Şimdi de terör korkusu altında İslamofobi’yi yaygınlaştırarak gerçekleştirmek istiyor bu projeyi.

Kendi kafasına göre yazdığı İncil gibi, kendi hayat anlayışına uygun hale getirerek yeni bir Kur’an-ı Kerim ortaya çıkarmak istiyor. Yeni Kur’an-ı Kerim’e göre yeni bir İslam ve bu İslam’a girmek için can atan, sıraya giren bir İslam Âlemi tasavvur ediyor, gerçekleştirmek için bu defa da İslamofobi’yi sunuyor tüm çirkinliğiyle insanlığa.

Bizler, yani İslam dinini seçmiş Müslümanlar da yardımcı oluyoruz kendilerine. İslam’ı korumak adına yapıyoruz bunu, bir yandan barış dini olduğunu iddia ediyoruz, bir yandan yakıyor, yıkıyoruz. Bize biçilen bu çirkin rolü oynamasak, bu oyuna gelmesek, bu tuzağa düşmesek bile birilerini devreye sokuyorlar ve bizden daha iyi oynatıyorlar rollerini; hem de yüzleri maskeli…

Birde şahadeti seçtiriyorlar utanmadan… Şahit olanlar şahadeti seçer; hakikate şahit olanlar yüzünü gizler mi? Hak ve hakikat yolunda can vermeyi göze alan neden yüzünü gizlesin… Oynadığı rol bittiğinde gerçek hayatına geri dönmeyi tasarlayan yüzünü gizler, oynadığı oyuna uygun olsun diye.

“İslam’ın güneşi Batı’dan yükselecek…”

Ne zaman İslam gibi ilahi ve sonsuz bir imkânı Batı Medeniyetine teslim eder, o pozitif akıl algısıyla bu dini yorumlar, mukaddes kitabımızı kendi kafalarına göre yeniden yazarlar, bizi de bu dine ve bu kitaba inandırırsa İslam’ın güneşi Batı’dan yükselecektir.

Ama Allah’ın ilahi kurgusu ve rızası üzerine değil, Batı Medeniyetinin güç ve üstünlüğü, çıkar ve menfaati üzerine olacak bu yükseliş.

Ben aciz ve güçsüz bir kul olarak razı değilim bu yükselişe, bu dini gerçek anlam ve amacıyla yükseltmek, güneş haline getirmek için yanmaya hazırım. Bu din için yanmayı göze alanlar önüme geçsin yeter; arkama düşenler beni tatmin etmez, hoşuma da gitmez.

Allah (c.c.) hem iki Doğunun, hem de iki Batının Rab’bidir. Neden ve nasıl olur bu? Hiç düşünen oldu mu? İki Doğu nedir, iki Batı ne demektir…

İslam’ın güneşi Doğudan doğar ama Batıdan batmaz; çünkü Yüce Allah İslam’ı aklın, ruhun ve gönlün güneşi olarak seçmiş, İslam dini adı altında hayat tarzı halinde getirmiştir.

Kur’an-ı Kerim Allah koruması altındadır; İslam dini ise hayat tarzı olarak insanlığın malıdır, bu hayat tarzını seçenler ve yaşayanlar da Müslümandır.

Mesele dinde değil, Müslüman olup olmamakta; bu hayat tarzını yaşamayı göze alıp almamakta.

Ey Müslümanlar gelin Allah’ı en büyük ve tek büyük güç görelim; bu güce teslim olalım. İslam dinini hayatın bütün imkânlarını ve fırsatlarını içinde barındıran bir yaşam tarzı olarak görelim ve tereddütsüz yaşayalım. Bakın nasıl etkin hale geleceğiz, nasıl gelişeceğiz, insanlığa huzur ve mutluluk sunacağız.

“Ey Müslümanlar gelin… Doğu’dan doğan İslam’ı hep güneş olarak hayatımızda tutalım; ne batsın Batı’dan nede yükselsin…”

Saygılarımla…

Son Güncelleme: 28.01.2015 09:32
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
banner89

banner83

banner26