banner94

                                    YALNIZ  DEĞİLSİN  ‘UZUN  ADAM…’

                                                   ( 2. Bölüm )

 

 

“ Yalnız değilsin ‘Uzun Adam’; nefsin putlarını yalnızlığında kıranlar seninle.”

 

Siyah önlük, beyaz yaka ilkokula gittiğim 1960 yıllar; Kızılcahamam sıradan bir Anadolu kasabası, sade ve sıradan…  Başta rahmetli annem, mahallemizin ağzı laf yapan kadınları, her öğle sonu gölge basmış, serin bir kuytuda toplanır, alçak sesle sohbet ederlerdi; elleri de boş durmaz, mutlaka bir işte görürdü…

Oldukça çekingen bir çocuktum, hadi korkak diyeyim; oyun alanım hep annemin etrafı…

İşte o günlerden aklımda kalmış, yapılan bu uzun soluklu sohbetlerin bir yerinde; yaşanmış bir olay anlatılacaksa, ilk önce mukaddime niteliğinde şu söz söylenirdi:

“ Allah; çok verip azdırmasın, az verip gezdirmesin…”

Şimdiki aklımla düşünüyorum; neden genellikle kadınlardan işitirdim bu sözü; neden erkekler söylemezdi, hala aklım ermez, erdirmişte değilim. Oysa rahmetli babamın da çokça dostu ve arkadaşı vardı; onların sohbetleri de koyu ve derin olurdu ama genellikle av üzerinde yoğunlaşırdı konular.

İşte başta annem, komşu kadınların yaşanmış veya duyum yoluyla öğrendikleri olayı anlatmadan önce, mukaddime niteliğindeki bu sözle konuya girerler; sonra o akıcı ve duru Türkçeleriyle olayı anlatırlar ve olayın bu sözle bağlantısını da kurarlardı.

Bilhassa konu önce çok zengin olan, elindeki maddi varlık ve imkânları hiç bitmeyecek sanan, har vurup harman savun birinin sonuna gelir dayanırdı; sersefil kalış, ele avuca muhtaç oluş anlatılarak bu sözün hayat açılımı sağlanır ve söze nokta konurdu.

Hani ‘Uzun Adam’; 17 ve 25 Aralık yargı darbe girişimini atlattığımız günlerde söylemiştin ya:

“ Ne istediler de vermedik!..”

Bu sözü senin ağzından duyduğum ilk gün aklıma düştü, başta rahmetli annemin, sonra mahallemiz kadınlarının 1960 yıllarda söyledikleri; hayat açılımı oldukça geniş, hatta dua niteliğinde bu söz:

“ Allah; çok verip azdırmasın, az verip gezdirmesin…”

Baksana ne istemişlerse vermişsin ‘Uzun Adam’… Verdiğin çok gelmiş ve azmışlar; azgınlığın son merhalesi inkâr olmuş, isyan veya hainlik ardından gelmiş…

Kendimce; ‘ Bize az verdin gezinmeye bile mecalimiz olmadı’ demiştim. Yinede bolca dua ettik diye de ilave etmiştim sana ve iktidarına… Çünkü dikleşmeden dik duruşunu sevmiştik. Hitabeti siyasetin önsözü yapışın hoşumuza gitmiş, milli ve manevi his duygularımıza tercüman olmuştu o vurgu dolu gür sesin.

Hani, 26 Haziran 2015 tarihinde Facebook sayfamda yazmıştım ya:

“ Biz seni saraylarda sevmedik Recep Tayyip ERDOĞAN…” yalnız kendime ait olmayan, çevremden bana yansıyan his, duygu ve kanaatlerin dile gelişiydi bu cümle. Yanlış anlaşılmak doğru söyleyenin kaderidir; yanlış anlayanlar oldu… Olsun. Onlara yıllar önce Metin MİLLİ’ den dinlediğiz şu şarkıyla karşılık vermiştim.“ Seviyoruz işte, var mı diyeceğin…”

Diyecekleri yoktu, diyeceği olmayanın, ya tehdidi olur, ya da terk edişi. Tehdidi bilmem ama terk edenler oldu. Yine o yazımda:

“ Biz seni aramızda bulduk, kendimizden bildik, bizden diye sevdik…”

“ Biz senin gür sesini beğendik, dik duruşuna özendik, şiir okuyuşunu sevdik…”

“ Biz sana gönül odalarımız açtık, ruhumuzu peşine taktık, dualarımızı senin için oy yaptık… Bin odalı saraylar dar gelir sana, bu milletin küçük ama huzur dolu, gönül odalarına gel…” diye de bitirmiştim sözlerimi.

15 Temmuz gecesi gördük ki; meğer gelmiş ve kurulmuşsun o odalara…

Dün gönül odalarını sana kapatanlar, bugün kilit kırma derdinde… Olsun.

Bugünler hiç kimseyi kınama günleri değil, kilitli kalan gönül kapılarını kırmadan açma, bir yerlere katılıp kalmış zihinleri incitmeden kurtarma günleri.

Bugünler, senin yalnızlığını paylaşma, o yalnızlıkta güçlendirdiğin iradene destek verme, dayanışma içinde sırt sırta gelerek birlikteliğimizi yıkılmaz hale getirme günleri.

Bende ne yapayım… 1960 lı yıllarda duyduğum ve aklımda kalan bu sözle; 15 Temmuz gecesi birebir yaşadığımız ve sonraki günlerde derinliğini ve boyutlarını dehşet içinde öğrendiğimiz hain “ KONSORSİYUM DARBE “ girişiminin bağlantısını kendimce kurmaya çalışayım.

Biliyorum hiçbir işe yaramaz, tek bir akıla girmez ve kalmaz yazdıklarım ama olsun; karınca ağzıyla su taşımakta mı olamaz; olur, neden olmasın…

Gerçekten yaşadığımız haince, alçakça bir saldırıydı; ‘Konsorsiyum Darbe’ girişimiydi; yani uluslar arası boyutu olan bir kalkışma…

“ Ne istediler de vermedik…” dediklerin var ya; onlar ne bizim gibi azda çoğu görenlerdi, nede çokta şükrü bulanlardı.

Onlar infakı, inkâr ve ihanet sananlardı… Senin, milletin menfaati ve selameti için verdiklerini; akıl, irade ve vicdanlarını teslim ettikleri; inkâr ve ihaneti nefsinde putlaştıran FETÖ ye verdikçe infak ettiklerini sandılar…

Onlar devleti, devletin gücünü ve otoritesini servet ve şehvet aracı sananlardı. Aldıkça, elde ettikçe daha çoğunu daha büyük bir açlıkla istediler; onlara göre veren, hep vermeye mecburdu… Vermeyi keserse ya diktatördü, ya da narsis…

Konuyu başka bir mecraya kaydırayım yazımın bu bölümünde; çünkü sıkıcı olmak işime gelmez… Birde ne haddinden fazla övgü gereklidir, nede yergi… Her şey kararınca olmalı, sınırları içinde kalmalı.

Rahmetli Mahir KAYNAK’ ın sözüdür; “ İllegal bir örgütün kurulması, palazlanması ve eylemelerine başlaması için en az iki devlet lazımdır…” En az iki devlet diye de üstüne basarak söylerdi… “ Biri toprağını açan, diğeri lojistik desteğini sağlayan…” diye de açıklık getirirdi sözlerine.

Şimdi PKK ya bakalım; İlk başlarda Hafız Esad’ ın Suriyesi toprağını açtı, lojistik desteğini sağlayanlar da belliydi… Ama her nedense adlarını anmak işimize gelmedi veya o günlerin şartları anmamıza müsait değildi. Hep geveledik, yuvarladık ve muğlâk bıraktık… Dış güçler dedik, karanlık odaklar dedik, dış mihraklar olarak telaffuz edenler de oldu.

PKK denilen bu illegal örgüte toprağını açan da, lojistik desteğini sağlayan da başta siyasi olarak büyük risk alıyordu; Türkiye’nin dostluğunu kaybetmek vardı işin uçunda, en kötüsü düşmanlığını kazanmak… Dostluğunu kaybetmeden, düşmanlığını da kazanmadan bu işi halletmek kolay değildi ama hep yenik düştüğümüz propaganda ve medya gücü bunu hallederdi. Öyle de oldu… 

Birde ortaya çıkacak mali yükü taşımak vardı; hem toprağını açan, hem de lojistik desteğini sağlayanlar bu yükü taşımak zorundaydı. Uzun yıllar bu yükü taşımaya katlanabilirlerdi ama TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ böyle dış saldırılarla yıkılmazdı.

Kimilerinin ÜST AKIL, kiminin ÜSTÜN AKIL dediği, bana göre de kendi sonunu hazırlayan ÜŞÜTÜK AKIL… bunu biliyor ve hesabını bu tarihi bilgiye göre yapıyordu; tarih bunun deliliydi. TÜRK Devletlerini düşmanları yaralamış, kendi içindeki hainler yıkmıştı.

İşte bunu bilen ÜŞÜTÜK AKIL, eğer bir oyun sahneye koyacaksa bu oyun tek aktörlü, tek alternatifli olamazdı. PKK dış saldırıların aktörüydü bu oyunda; can yakan, kan akıtan ve dikkatleri kendi üzerine çeken. Biz onunla uğraşırken birde içte gizli, sinsi ve hain bir örgütte olmalı ve rol almalıydı ÜŞÜTÜK AKIL için…

Toprağı TÜRKİYE olan, lojistik desteğini TÜRK GÜVENLİK GÜÇLERİNDEN sağlayan, maliyetini de inançlı Müslümanlar karşılayan. İnancı veya ideoloji de İSLAM dini olarak kurgulanan mükemmel ve kusursuz bir plandı bu.

Daha açık bir ifadeyle FETÖ denen şer odağıyla öyle bir oyuna getirdiler bizi, hem toprağını açan olduk, hem lojistik desteğini veren, hem de mali yükünü çeken… En kötüsü bu toplumu diri ve ayakta tutan tek inanç kaynağı olan İslam Dini kullanılarak yürek ve zihinleri tahrip edilen olduk…

Yüreğime taş gibi oturuyor bu manzara, aklım isyanları oynuyor, İradem kırık dökük, paramparça, vicdanım onulmaz acı ve ıstıraplar içinde. (Devam edecek)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26