banner94

NE ETTİ… NEDEN TERK ETTİ

“Yüce Allah’ın(c.c.) dağa taşa teklif ettiği ama kabul etmekten çekindikleri emanet ne olabilir… Hür iradesiyle insanoğlu kabul etmiştir bu emaneti; kabul ettiğimiz o emanet sizce nedir, neyi kabul etmişiz olabiliriz: Düşünün biraz…

NE ETTİ… NEDEN TERK ETTİ

“Yüce Allah’ın(c.c.) dağa taşa teklif ettiği ama kabul etmekten çekindikleri emanet ne olabilir… Hür iradesiyle insanoğlu kabul etmiştir bu emaneti; kabul ettiğimiz o emanet sizce nedir, neyi kabul etmişiz olabiliriz: Düşünün biraz…

uğur demirbaş
uğur demirbaş
03 Kasım 2014 Pazartesi 19:49
787 Okunma
NE  ETTİ…  NEDEN  TERK ETTİ

NE  ETTİ…  NEDEN  TERK ETTİ…( 4. Bölüm)  (Ali  ALTINOK  ve CHP)

“Yüce Allah’ın(c.c.) dağa taşa teklif ettiği ama kabul etmekten çekindikleri emanet ne olabilir…
Hür iradesiyle insanoğlu kabul etmiştir bu emaneti; kabul ettiğimiz o emanet sizce nedir, neyi kabul etmişiz olabiliriz: Düşünün biraz…
Bu emanet hayatın ve varlığın sorumluluğu olmasın sakın.
Hayatı tanzim ve tasnif, en önemlisi imar ve ihya etmek görev ve sorumluluğu olabilir mi bu emanet adı altında omuzladığımız.
Bir başka yönüyle; Yaratıcının üflediği soluğu ruholarak taşıyan insanoğlu, yaratılan her varlığı korumak ve kollamak, merhamet ve adaletlemuamele etmek, hayat hakkı vermek ve yaşamasını sağlamakla sorumluluk altına mı girmiş olabilir mi bu emaneti kabul etmekle.
Başkaca ne gibi bir anlam ve amacı olabilir ki bu emanetin.
Bence bu emaneti üstlenmekle, bu büyük sorumluluk ve ağır yükün altına girmekle; hayatın ve varlığın yönetimini kabul etmiş ve yönetici konumuna geçmiştir insanoğlu.
Her şeyin insanın emrine musahhar kılınması da bu olmalı.
Düzen ve işleyiş yönüyle hayata baktığımızdaiki cephesi olduğu gerçeği hemen göze çarpar; yöneten ve yönetilen…
Varlık cephesi de aynı gerçekle karşı karşıyadır; ya yöneten olacaktır, ya da yönetilen…
İster yöneten ol ey insanoğlu, istersen yönetilen; sen öyle bir emaneti üstlenmişsin ki, vebali ve sorumluluğu çok ağır…
Gelin bu emanete birlikte bir ad koyalım; eğer bu emanet hayatı ve varlığı yönetmekse, bunun adı olsa, olsa siyasettir.
Siz bakmayın din ile siyaseti ayrı tutalım diyenlere, hele siyasete bulaşmak istemiyorum diye burun kıvıranlara.
Bu yapılan ve söylenen bile siyasetin ta kendisidir.
İnsan önce kendisini yönetmekten sorumludur; bırakın ailesini, etrafını veya yaşadığı toplumu.
Her insanın akıl yapısı bu yönetim sorumluluğu üzerine inşa edilmiş olduğundan, kendi çapında veüslubunda siyaset geliştirir; kendisini hayata böyle adapte ve dâhil eder.
Medeniyet insan ilişkileriyle ortaya çıkar ve yaşanmaya başlar diyenler; bu ilişkinin adını da siyaset olarak koymalıdır.
İslam Âleminin tek eksiği vardır bu perişanlık ve ezilmişlik içinde; dinini bilmek ve yaşamak isterken, siyaseti unutması…
Daha açık söylemek gerekirse: Üstlendiği emanete ihanet etmesi…”

İster hayatın genel akışı içinde yöneten olalım, isterse yönetilen; siyaseti bilmek ve hayata tatbik etmek zorundayız insan olarak. Bu bir yerde, o ilahi teklif neticesinde hür irademizle kabul ettiğimiz emanetinde gereğidir.
İşte bu siyaseti bilmek ve hayata tatbik etmek noktasında zordu Ali ALTINOK’ un işi, hep zorlandı ve zorda kalan taraf olarak kaldı.
Böyle bağlamıştık 3. bölümün sonunu.
1999 yerel seçimlerini kaybetti CHP ve Belediye Başkanı Adayı Nafi IŞIK; birebir irtibatım olmadı ama duyumlarıma göre büyük bir yıkım ve moral bozukluğu yaşamış hem parti yöneticileri, hem siyasi taraftarlar, hem de Nafi IŞIK.
Şimdiki gibi yakın ilişkilerimiz yoktu Ali ALTINOK’ la, nasıl bir haletiruhiye içinde olduğunu bilemem ama kaybetmeyi kim ister, kim iç çöküntü yaşamaz ki…
Gönül isterdi ki; daha doğrusu bir seçmen olarak beklerdik ki, bu dengeli ve heyecan dolu seçim süreçleri hep devam etsin, küstüm otu gibi ne partili taraftarlar dağılıp gitsin, ne ortaya çıkan adaylar el etek çeksin siyasetten ve köşelerine çekilsin…
Ne var ki tam bu manzarayı yaşadık seçim sonrası, belki daha da beterini.
Nafi IŞIK eski görevine döndü, CHP Kızılcahamam İlçe teşkilatı söndü, sönükleşti.
O hep aynı köşelerinde oturan ve hiç gülümsemeyen birkaç müdavimden başka kimse girip çıkmadı ana cadde üzerindeki parti merkezine.
O günlere rastlar, yerel mahkemenin aleyhime verdiği kararın Yargıtay’ca onanması ve bir akşamüstü evime dönerken iki polis memuru tarafında karakola çağrılmam. Ailemle vedalaşmama bile müsaade edilmeyişi gönül dünyamın kapanmaz yaralarından oluşu da o günlere rastlar ve hiç kapanmadı.
Eh, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilmiş, Yargıtay’ca onanarak kesinleşmiş bir karar varsa elde, polis ne yapabilirdi ki… 
Kızılcahamam kapalı Cezaevinde on iki ay, on gün geçirmem, kendimle buluşmam, ruhumun derinliklerine inmem, akıl sınırlarımın içinde dolaşmam, vicdan terazimde her gün kendimi tartmam, gerçek kimliğimi ve kişiliğimi kazanmam işte o günlere rastlar; daha doğru bir ifadeyle o günlerde başlar.
Cezaevinde iki türlü yatan vardır; cezaevine cezasını çektirenler… Ki, büyük çoğunluk bu gruba girer. Çok az bir grup daha vardır; cezaevinde cezasını çekenler.
Siyasi partilerde de buna benzer iki grup insan olduğu gerçeğini gördüğüm için bu açıklamayı yaptım, yoksa cezaevi hayatımı anlatacak falan değilim. Herhangi bir siyasi partiye üye olmakla bir şey olacağını sananlar; başka deyişle önemli biriolduğunu sanarak siyasi partilere üye olanlar.
Yine çok az bir kesimde bilgi, birikim ve yaşamsal tecrübelerini kendi hayat ve siyasi görüşüne yakın bulduğu herhangi bir siyasi partiye üye olarak siyasete tahvil etmek, bu yolla siyasi hayata katkıda bulunmak isteyenler.
Mevlana derki: Kendinizi daha iyi görmek istiyorsanız, aynaya çok fazla yaklaşmayın. Soluğunuz aynayı buğulandırır ve göremezsiniz kendinizi.
Tam böyle olmayabilir bu söz ama anlam olarak aynı kapıya çıkar.
Kızılcahamam bana daha net, daha açık ve seçik göründü on iki ay, on gün yaşamaya mahkûm edildiğim cezaevinde.
Kişileri ve olayları daha farklı bir bakış açısıyla görmeye ve düşünce zeminimde ayıklamaya başladım. Kendimi analiz ettikçe insanları anlamaya, hatta kategorize eder tasnif etme ve gruplara ayırma imkânına sahip oldum.
Öylesine derin ve dipli ayrımlara girdim ki, düşman bilinenler gerçek dost olarak çıktı karşıma. Bazen dost bilinenlerin, düşmandan beter kin, garez ve kötülük içinde oldukları gerçeğini gördüm ve yakaladım zihnimde.
1999 yılında yaşanan genel ve yerel seçimler daha farklı, değişik ve manidar gelmeye başladı bu yaptığım girift ve ilginç analizler neticesinde; siyasi aktörleri değerlendirdim, seçim stratejilerindeki yanlışlıkları ve yamuklukları tespit ettim kirli ve nemli duvarlara bakarak.
Bıkmadan, usanmadan okuduğum kitaplar arasında Kızılcahamam’ ı bulup çıkardım. Maltada volta atarken okuduklarımı rafine ettim ve Kızılcahamam’da yaşanan sosyal, siyasi olaylara uyarladım. Yaşadıklarımla kıyasladım verilen cezayı, yüreğimi yırttım o ince sezgi neşteriyle, en acımasız eleştirilerle yıkamaya çalıştım duygularımı.
Sustukça derinleştim, okudukça anlamaya, yazdıkça öğrenmeye başladım.
İşte o günlerde daha bir netleşti, daha bir şekil ve biçim kazandı Ali ALTINOK dimağımda. Hep dinamikti, durağanlık onun yapısına uygun değildi. Ama mensubu olduğu siyasi parti olan CHP o yıllarda kürsü siyasetini tercih ediyor, halkla birebir yakınlaşmaya çekiniyordu nedense.
Devletçi bir zihniyetle ilkeler üzerinden siyasi strateji geliştiriyor, taraftar kitlesini hedef kitle olarak görüyor, diğer siyasi görüşlere ulaşmak istemiyor veya gerek duymuyordu.
Ali ALTINOK bu yapı içinde bir aksiyon adamı olarak çırpındıkça daha çok ortaya çıkıyor ve ilgi çekiyordu ama bir o kadar da göze batıyor, endişe uyandırıyordu. Bu yalnız ve sadece Ali ALTINOK içinde geçerli bir tespit değildi, o yıllarda siyaset bu tip insanların omuzlarına yüklenecek bir emanet görünmüyordu da ondan.
Cezaevinde de siyasetin koyusu yaşanır, hem de en koyusu ve en yapışkan olanı: Ne göze gir, ne göze bat… Girdiğin gibi dur, olduğun gibi kal… Ali ALTINOK önce göze girdi, 2004 yerel seçimlerinde Belediye Başkanı Adayı oldu ama seçilemedi… Sonraki günlerde göze mi battı ne… “Devam edecek…”


Son Güncelleme: 03.11.2014 20:21
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
banner89

banner83

banner26