banner94

İ N S A N S I Z H A Y A T “ Üçüncü Bölüm”

“ Kurulan her hayal; düşünen aklın, hayat içindeki hakikat arayışıdır…”

İ N S A N S I Z H A Y A T “ Üçüncü Bölüm”

“ Kurulan her hayal; düşünen aklın, hayat içindeki hakikat arayışıdır…”

uğur demirbaş
uğur demirbaş
05 Ocak 2015 Pazartesi 17:16
535 Okunma
    İ N S A N S I Z   H A Y A T  “ Üçüncü Bölüm”

                                İ N S A N S I Z   H A Y A T

  “ Üçüncü Bölüm”

 

 Kurulan her hayal; düşünen aklın, hayat içindeki hakikat arayışıdır…”

 

“Çılgın Hasan ve arkadaşı 3. koğuşa geldikten sonra hava birden değişti. Her akşam o gri renkli, yer yer pas tutmuş, hantal demir kapılar üzerimize kapanıp, akşam yemeği telaşı biter bitmez; o meşhur cezaevi çayları ocakta demlenmeye bırakıldığında; Çılgın Hasan’ın ve arkadaşının yattığı ranzanın etrafında toplanır oldu koğuşun yarıdan fazlası. Kısık ve mahcup kahkahalar sardı iki kafadarın yattığı rutubet kokan o dip köşeyi. Yatakhane olarak kullanılan iki odası vardı 3. koğuşun; dört ranzanın sığdığı, sekiz kişilik küçük, biraz da özel odada, dilim varmıyor ama sıra dışı olanlar kalıyordu. İlk girdiğimde kısa bir müddet beni de misafir etmişti bu özel bölüm. Niyazi Başçavuş sıra dışı değildi ama yaşı ve sosyal statüsü gereği o odada kalıyordu. Neden bilinmez o küçük ve birazcık özel oda beni sıktı, bunaldım birkaç gün içinde; umuma mahsus daha büyük, her çeşit mahkûm ve tutuklunun kaldığı yatakhaneye geçtim. Niyazi Başçavuşgeldiğimde oradaydı ve orada kaldı tahliye olduğu güne kadar. İdare pek karışmazdı bu koğuş düzenine; ama Niyazi Başçavuş gibi sosyal statüsü, yaşı ve suç vasfı değişik insanların bu koğuşta yatması içinde devreye girdiği de oluyordu bazı zamanlar. Bende ilk günler bu teamül ve anlayış üzerine idarece konulmuştum koğuşun bu özel bölümüne.

Büyük yatakhanede bir ben kalmıştım Çılgın Hasan’ın sohbetine katılmayan, birde diğer bölümün ağır abileriyle birlikte Niyazi Başçavuş. Gecenin ilerleyen saatlerinde diğer yatakhaneden birkaç kişide tek tek düşmeye başlamıştı sohbetin cazibesi koğuşu sardıkça. Yanıma uğrayanlar oluyordu;Niyazi Başçavuş uzandığı ranzadan takip ediyormuş bu olup biteni. Eskiden olsa azarlardı diyordu gelenler; artık çatık kaşlarla bakmakla yetiniyormuş. O hiç hoşlanmadığı insanların birlikte oluşuna, kaynaşıp gülüşmesine. Sayende oldu bu büyük gelişme diyerek usulca gülümseyenler de yok değildi, çaktırmadan göz kırparak.

Günler akıp geçmez cezaevinde, takılır kalır çatılardaki, duvarların üzerindeki tel örgülere; hatta saatler, dakikalar bile aşamaz, tutar dikenli teller. 3. koğuşun akşamlarına hız ve hararet getiren Çılgın Hasan, bu hızlı geçişi gündüzlere de yaymaya başladı zaman geçtikçe. Bahar güneşinin aydınlattığı, o çiçek kokulu bahar esintisinin ferahlattığı malta, koyu sohbetlerle zamana geç, şen kahkahalarla dakikalara sen istersen kal diyordu.

Çılgın Hasan’ ın arkadaşı, sanıyorum adı Yüksel’di, pek karışmıyordu bu olup bitene. Orta boyluydu, oldukça şişman, sarkık göbekliydi ama minyon ve sevimli bir yanı vardı Yüksel’in. Somurturken bile gülümsüyor sanabilirdi onu insan, acı çektiğini nereden bilelim.

Akşam yağmur yağmıştı; Malta’nın betonu hala ıslaktı o sabah. Günün belli saatlerineyayarak yaptığım uzun sürelivoltamın ilk iki saatlik bölümüne başlamıştım kahvaltıdan sonra. Bazen bitiremediğim bir şiirin tam oturmayan kafiyesine takılır, bazen yaşadığım ve kendime yakıştıramadığım bir olayın utancına düşer kaybolur giderdim bu volta sırasında. O sabah neydi aklımdaki bilemem ama dalmışım, dalmakta öte, dalgınlığımda kaybolmuşum. ‘Hocam yine daldın, unuttun her şeyi…’ Başımı kaldırdığımda Çılgın Hasan’ı yanı başımda buldum: ‘İyi sabahlar, müsaaden varsa katılayım…’ Neden olmasın, tanıştığım ama henüz tam olarak anlayamadığım Çılgın Hasan’ ı da tanır, anlamaya çalışır, yoklarım şöyle bir.”

Boğazım kurumuştu konuşmaktan, peş peşe yutkunuyorum. Yeni emekli olmuş bürokratın aşırı dikkati üzerimde; sanki Kemal Tahir’ den bir roman okunuyor ve o dinliyor, öylesine kaptırmış kendisini. Daha genç olanımız da farklı değil, yanlışlıkla perdesi açılmış bir pencereden seyreder gibi dinliyor anlattıklarımı; kapanacak diye ödü kopuyor, öyle bir hava seziyorum. Yeni gelen de kayıtsız değil ama anlattıklarımın sonucunda kendine pay çıkacak endişesi de yok değil bakışlarında,birazcık huzursuz.

“Umarım sıkmıyorum, işi gücü olan varsa söylesin kısa keseyim” yarım kalan sohbeti hiç sevmem ama bunları da söylemek zorundayım; ikindi serinliği çökmüş, gölgeler çoktan uzamaya başlamış. Üç ağız koro olmuş devam diyor; artık uzatabilirim gönül rahatlığı içinde.

“Çılgın Hasan alışık volta atmaya, volta atarken ayak uydurmaya; öyle rast gele yürünmez voltada. Adımlar uygun atılacak, tempo aynı hızda olacak, hele duvar dibindeki dönüşleri öyle sallapati olmayacak, aynı yönde ve aynı zamanda olacak. Volta atan kaç kişi olurlarsa olsun, volta atan başkalarının önükesmeyecek; volta atmanın kesin kuralları bunlar. Oradan, buradan konuşuyoruz ilk önce, sonra benim koğuştaki ağırlığıma getiriyor Çılgın Hasan lafı. ‘Hocam arkadaşlar sizi çok takdir ediyor, ne yaptınız bu insanlara böyle’ diye soruyor. Hoş şeyler bunlar, gurur verici ama onurun, gururun da bir yeri ve zamanı olmalı. ‘Ben ne yaptıysam kendime yaptım, kendi içimi dışa vurdukça ortaya çıkmış olabilir bu ağırlık… Bakma sen söylenenlere…’ O şen kahkahalarından birini salacak ama ağzını avuç içiyle kapatıyor; ‘Tevazu yapma hocam, inandıracaksın beni…’ sesi çıkmayan kahkahasıyla önce boğuşuyor, sonra boğuluyor ama anlıyorum ne demek istediğini. ‘Sen boş ver beni, nasıl topluyorsun bu kadar insanı başına, ne anlatıyorsun da can kulağıyla dinliyorlar, gülme krizine sokuyorsun herkesi… Nedir bunun sırrı.’ Kahkaha, söz ve tebessüm Çılgın Hasan’ ın masumiyetini henüz kaybetmemiş çember sakallı yüzünde birbirine giriyor, karışıyor, tuhaf bir hal alıyor. Cezaevinde farkına vardım; suçu ve suçunu meşrulaştıranlarda göz kirliliğiyle birlikte yüzde masumiyet kaybı oluşuyor. Çılgın Hasan gözlerinde yok bu kirlenme, yüzü hala masum ve mahcup. Sorduğum soru karşısında düşünüyor bir müddet, duvar dibi dönüşlerinde hafif bir şaşırma oluyor, karışıyor adımlarımız. İnsan olmak böyle bir şey; bir soru bütün bir ömrü birden yığar önümüze, güzeli anlatırken, çirkinle yüzleşiveririz. Anlıyorum ondaki bu şaşırmayı; çok yaşadım çünkü. ‘Hocam… Dolandırıcılığın üç kuralı, üç vazgeçilmezi vardır…’ Hoppala nereden çıktı dolandırıcılık, benim sorduğum soruyla ne alakası var… Devamla ‘ İlk kural çok güzel, akıcı ve mantıklı konuşacaksın’ Vay be, değişik ama doğrudan soruma verilmiş en açıklayıcı cevap ancak bu olabilirdi… ‘İkinci kural, bu suçu, bu ahlaksızlığı yapacaksan çok güzel ve her ortama göre giyinip, kuşanacaksın’ Bu cevapta oldukça ilginç… ‘Hocam üçüncü ve en önemli vazgeçilmez kural da şudur; dolandırıcı olacaksan, kandıracağın kişiyi veya topluluğu iyi okumalısın, kandırmaya meyilli olanlara öncelik tanımalısın…’ Bu son kuralın son cümlesini anlamakta zorlanıyorum. Soruyorum: ‘Kandırmaya meyilli olanlara öncelik tanımalısın diyorsun, ne demek bu. Tam anlayamadım, biraz açıkla Hasan.’ Gülümseyerek bakıyor yüzüme; sanki çok şey biliyorsun ama her şeyi bilmen imkânsız iması var dudaklarında. ‘Kandırmaya meyilli olanları kandırması daha kolaydır Hocam’ derken bir sigara yakıyor Çılgın Hasan. Sigara yakışında, içine çekişinde ve dumanı havaya üfleyişinde bile bir başkalık var; çılgınca, öylesine özgün ve özel. Onu çılgın yapan da bu hava, bu tavır, bu başkalık olmalı. Uzun uzun süzüyorum Çılgın Hasan’ı. Çılgınlık tam oturmuş üstüne, yakışmış neme lazım. Bu çılgınlıkta hayata isyan, önemli bir itiraz var; bu başkalıkta akıl ve zekâ seziliyor, bu havalı tavır öylesine asil ama bir o kadarda basit.”

Yeni emekli bürokrat derin bir nefes bırakıyor: “ Anladım…” diyor “Sorumun karşılığını buldum bu açıklamada.” Sorusu neydi, haydi hatırlamaya çalışalım. Soru şöyleydi: “İnsanların bu kadar birbirinden kopması, birbirine bu kadar soğuk, uzak ve yaban olması, kin ve nefret duygularıyla dolup taşmasının nedeni ne olabilir veya nedir?”

Çılgın Hasan’ın kandırmaya meyilli olanları kandırmakiçin öncelik vermesi bu sorunun nasıl cevabı veya açıklaması olabilir; şöyle… Kandırmak isteyen çabuk kandırılıyor… Kopan, koparıyor… Soğuk, uzak ve yaban olan karşısındakileri de soğutuyor, uzaklaştırıyor, yaban ve yabancı hale getiriyor. Kin, kindarlığı körüklüyor, nefret, nefreti yayıyor ve yaygınlaştırıyor. Yani, bütün bunlara sebep olanlar, meğer bu yaşananlardan en çok şikâyet edenlermiş; bu anlaşılıyor Çılgın Hasan’ın anlatımından. Sözlerime devam ediyorum: “Aklımda o kadar cevap arayan soru var ki, hangisine öncelik vereceğimi şaşırıyorum. ‘Sen dolandırıcı mısın Hasan, bu yüzden mi güzel konuşuyorsun. Arkadaşın hiç konuşmuyor, o ne işle meşgul, pek yanaşmıyor sana.’ Sigarasından derin bir nefes daha çekiyor, dumanını bahar güneşinin aydınlattığı, akşam yağan yağmurun duruluğu ve berraklığını taşıyan havaya üflüyor: ‘O hem âşık, hem acı çekiyor… Yüz otuz altı dikiş var vücudunda, kesti kendisini, pek belli etmez çektiği acıyı… Sonra körkütük âşık, insan hem âşık hem mahkûm olunca dut yemiş bülbüle dönmez mi Hocam…”

Yüksel’ in vücudunda yüz otuz altı dikiş olması nasıl bir şey; kesti kendisini diyor Çılgın Hasan. Bir insan nasıl keser kendisini ve yüz otuz altı dikiş atılır vücuduna. Anlatmasını isteyeceğim ama o beni beklemeden söze giriyor.

‘Ben ve Yüksel Ankara, Çankırı, Çorum civarının en meşhur dolandırıcısıyız; hadi buna en azılı diyeyim. Her mesleğin, eğer meslekse bu, zevkli, heyecanlı bir tarafı olduğu kadar, riskli ve tehlikeli bir tarafları vardır. Hele bizim gibi gayrı meşruyaşayanlar her an yüreğini ağzında taşır, ölüm korkusuyla birlikte Hocam…’Çılgın Hasan’ın gözlerine düşen keder yüzüne de yansıyor; insan her yerde, her zaman ve her şart altında hep aynı.”

“Devam edecek…”

 

Son Güncelleme: 05.01.2015 17:16
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
banner89

banner83

banner26