banner94

                                         HÜKÜMDAR  VE  EŞKIYA

                                                  ( 10. Bölüm )

 

“ Merak ve şüphe iyidir; ama merak beklemek, şüphe endişe etmek değildir…”

 

Birkaç gündür yeniden merak kazanında kaynamaya başlamıştı GÜLERYÜZ köyü; şüphenin bulanık seli dudaklardan dökülüp akılları basmak üzereydi.

Kara Malik’ in anlattıkları doğru muydu? Nereden belliydi KARAKAMIŞLI’ dan geldiği… Molla Duran’ ın oğlu olup olmadığını kim bilebilirdi…  BAŞIBOZUK dediği eşkıya ya kendisiyse… Hadi dedikleri doğru, söyledikleri gerçekleşir ve BAŞIBOZUK denen eşkıya onu bulmak için GİDENGELMEZ’ i aşar da GÜLERYÜZ’ e iner gelirse… Halleri nice olacaktı o zaman… Kim karşı koyacak, kim koruyacaktı onları… Hükümdara giden ulak ne zaman dönecekti… Yolda başına bir hal gelmiş miydi? Sağ sağlim varabilmiş miydi ŞEHRİHUZUR’ a… Çıkabilmiş miydi Hükümdarın huzuruna… Doğru dürüst anlatabilmiş miydi götürdüğü haberi…  Hükümdar duyduğu haber karşısında ne yapmıştı… Hayret mi etmişti, yoksa hadi canım mı demişti…  Hadi canım demişse bu belayı nasıl def edeceklerdi başlarından.

Çeşme başlarında kadınlar, çeyizlerini hazırlayan kızlar, her işe koşan ama taranmayı süslenmeyi de ihmal etmeyen delikanlılar, köyün sığır ve koyunlarını güden çobanlar, köy meydanına toplanan ak yazmalı ve aksakallı yaşlılar hep bunu konuşuyor, hep bu merak ve şüphe yumağını çekiştirip duruyorlardı günlerdir.

Nimet Hala’ da arada bir iniyordu köy meydanına; o gelince merak kazanın altında yanan ateş azıcık kısılıyor, dudaklardan dökülen bulanık şüphe seli ya yatak değiştiriyor ya da akışını yavaşlatıyordu.

Fark etmiyor değildi bunu Nimet Hala, köşeden gölgesi çıkınca sesler alçalıyor, gövdesi görününce suspus oluyordu herkes. Gülsün mü, ağlasın mı? Kendi yaşına yakın olanlarda vardı bunu yapanların arasında; biraz daha genç ve diri olanlar da ama ne fark ederdi ki, hepsi yaşlı başlı, akıllı uslu, yaş yaşamış, diş dişemiş, hayatın çemberinden geçmiş insanlardı.

Havada tek bir bulut yoktu o gün, rüzgâr sanki öğle uykusuna yatmış, yaprak kımıldamıyordu. İçi daraldı nedensiz, gönlü laflamayı çekti; ağır adımlarla indi evin taş merdivenlerinden. Ak yazmalı yaşlı kadınlar köy meydanındaki dut ağacının altında toplanmışlardı, cami avlusunun gölgeliğinde ise aksakallılar vardı. Bazen bir araya geldikleri, birlikte sohbet ettikleri de oluyordu ama nedense o gün ayrı, ayrı oturmayı tercih etmişlerdi.

Evin köşesini ağır adımlarla döndü; yine yavaşladı sesler, konuşmalar hararetini kaybetti hafifçe. Dut ağacının gölgesi kabaydı, yapraklarında belli belirsiz kımıltılar; öğle güneşinin güz mevsimine uygun ılıklığı ve solgun aydınlığı; durdu ve bu manzarayı seyretti bir müddet.

“ Kolay gelsin aynı yolun yolcuları…  Öncelik sırasını benden önce kimse almaya kalkmasın… Benden habersiz gitmeye kalkan var mı diye bakmaya geldim…”

Oturan kadınların çoğu orta yaşın çok üstündeydi ama Nimet Hala’ nın yaşına yakın olan bir iki kişide yok değildi aralarında; Koca Dudu da bunlardan biriydi. Hemen toparlandılar, yer açtılar kendisine.

“ İşiniz kolay olsun, lafınız bol… Hele söyleyin bakalım, ne konuşursunuz, kimin yakasından tutar, hangi yoksulun paçasını yırtarsınız.”

Dut ağacının gövdesine sırtını yaslarken söyledi bunları; biraz genç olanlar gülüşürken daha yaşlı olanlar birbirine bakıştı.

“ Hoş geldin, sefalar getirdin…” dedi bir kaçı. “ Ne konuşacağız, ağız alışkanlığı işte… Tutulacak yaka mı kaldı Nimet Hala, yırtılacak paça dersen yırtan çoktan yırtmış.” Diye de söyleyenler oldu içlerinden.

“ Sizin yaşadığınız yaşları bende yaşadım, çok lafıma kulak kabarttı bu koca dut ağacı… Ne dedikodularımıza şahit oldu boyumuzu aşan, ne çirkin gıybetlerimizi dinledi; bizler çoktan unuttuk ama o unutmadı. Rüzgârın sert estiği günler kulağıma fısıldar benden işittiklerini, utanırım. Deyin hele ne konuşuyordunuz, yoksa sorarım şu koca dut ağacına, anlatır tek, tek…”

Gülüşmeler çoğalırken ağzında tek dişi kalmış Koca Dudu şaka yollu surat asar gibi yaptı ve peltemsi sesiyle…

“ Koca Dudu dururken niye şu koca dut dalına soracaksın; bak yüzüme anla manayı, gör bakışımdan ettiğimiz lafı… Senin tecrüben yeter bunları sezmeye…” Koca Dudu bunları söyledikten sonra gevrek bir kahkaha attı. “ Seyis Ali’ nin ahıra emanet olarak sakladığı heybeyi yanına almış Kara Malik… Hizmetkâra da üç altın vermiş, çok kahrımı çektin bu senin hakkın diyerek… Bir de şu dul Fadime var ya, iki altın da ona göndermiş, kimi kimsesi yok diye… Bugün duyduk, bunları konuşuyorduk.”

“ Tam mevzunun kıyağına gelmişim, iyi de etmişim… İki lafta bana düşer her hal.”

“ Düşer ne demek, düştü bile…” dedi Koca Dudu. “ Bizde sana danışmayı geçiriyorduk aklımızdan… Eşkıya altın dağıtır mı? Yoksa Kara Malik’ im diyen bu yaralı adam gerçekten KARAKAMIŞLI’ nın Hükümdarı Molla Duran’ ın oğlu mu? Hele şöyle bir düşün, taşın…”

Nimet Hala orada bulunan kadınları şöyle bir süzdü… Kimi yün çorap örüyordu, kimisi torununa kışlık kazak. Kimi bir iki güne kadar düğünü olacak kızına nakış işliyordu gayretlice. Kimisi yırtılmış iç gömleğini, kimi eskimiş mintanını yamamakla meşguldü. El iş görürken, akıl nerelerde neleri karıştırıyor diye geçirdi aklından.

“ Size ne dememi bekliyorsunuz… Eşkıyadır desem, bir kaçınız yok canım diyecek… Hükümdarın oğlu desem yine birileri karşı çıkacak… Eşkıya da altın dağıtır, fakirin fukaranın halinden anlar desem çok azınız inanır. Hükümdarın oğlu böyle cömert davranır desem bu lafımı da beğenmeyeniz olur. Oysa eşkıya da insandır, Hükümdar oğlu da. En iyisi şunu sormak; bu yaralı adam eşkıya olsa ne yapacaksınız, Hükümdar oğlu nasıl davranacaksınız. Önce bu sorumu düşünün, cevap bulun… Daha sonra ben sizin sorunuza cevap veririm.”

Güneş yanığı yüzlere baktı, çilenin, meşakkatin ve ezginliğin çizgiler halinde dile gelişi vardı baktığı her yüzde. Cevap veren çıkmadı, herkes birbirine bakıştı. Uzunca süren sessizliği bozmak yine Nimet Hala’ ya düşmüştü.

“ Ahiret yolcuları… Her akıl kendi doğrusunu bilir, o doğruya inanır ve o doğruyu söyler. Bunca yaş yaşadım, bunca yıl içinde çok şey gördüm geçirdim; şuna şahit oldum ki, bana soru soran herkes benden bildiği ve inandığı doğruyu söylememi bekledi. Eğer o doğruyu söylersem gözleri ışıdı, yüzü güldü, yüreği ferahladı. Aklını yüceltti, gururlandı, böbürlendi kendince… Sonra beni de akıllı olarak gördü ve övdü, şişirdi, köpürttü. Tersini yaptığımda ne oldu dersiniz; bazıları belli etmedi ama hayal kırıklığına uğradı. Benimde çok fazla bir şey bilmediğimi, kendimi akıllı sandığımı ama hiçte öyle olmadığımı düşündü. Bazıları da alındı, bozuldu, kırıldı, yine kendi doğru bildiğini okudu. Şunu iyi bilin ki, benimde bir aklım var; o aklında kendine göre bir bildiği ve inandığı bir doğrusu. Şimdi siz o aklın sorduğu soruya önce bir cevap verin. Eşkıya olsa ne yapacaksınız, Hükümdar oğlu olsa nasıl davranacaksınız… ”

Bakışlarını ağzında tek dişi kalmış Koca Dudu’ ya çevirdi Nimet Hala. Koca Dudu ördüğü yün çorabı daha bir gayretle örmeye başlamıştı Nimet Hala’ ın kendisinden cevap beklediğini anlayınca.

“ Hadi bakalım, diyeceği olan yok mu? Koca Dudu her şeye laf yetiştirirsin, ver bakalım bu sorunun cevabını…”

Koca Dudu gözlerini ördüğü yün çoraptan kaldırmadan söylendi; sesi topak, topak çıkıyordu diş kalmamış ağzından.

“ Eşkıya ise kovarız, Hükümdar oğluysa ağırlarız…”

“ Bunu zaten yapıyoruz “ dedi Nimet Hala sertçe. “ Kaçak güreşme Koca Dudu, aklındakini dosdoğru akıt…”

“ Bende akıl mı kaldı Nimet, kaçak güreştiğim fala yok, sordun söyledim işte…”

“ Aklı olmayana bakın, fiskos dedin mi akıl su gibi çağlar; zora geldin mi akıl kaybolur gider. Bakın, köyümüzün bir örfü âdeti var; misafir baş tacıdır, ister eşkıya olsun, ister Hükümdar oğlu olsun fark etmez. Kaç gündür de bunu yapıyoruz. Ben Köy Yetkilisi ile birlikte gittim ve konuştum bu adamla… Yüzüne baktım, üstünü başını inceledim, ağzından çıkan her lafı dikkatlice dinledim. KARAKAMIŞLI’ dan geldiği belli. Siz bilmezsiniz, çok eskilerde kaldı, kırk yılda bir de olsa köyümüzden oraya, oradan da buraya gelenler, gidenler olurdu. Molla Duran gençti o yıllarda, bayağı da dirayetliydi. Aradan yıllar geçti, dağlar yücelmedi ama ormanlar sıklaştı; gidiş gelişler azaldı, son yıllarda durdu. Oğlunun dediğine göre benim gibi o da hayli yaşlanmış ve yıpranmış; gücünü kaybeden Hükümdar dirayetini de kaybeder. Anladığım kadarıyla göçmüş, eski dirayetini ve gücünü kaybetmiş… Hükümdar dirayetini kaybederse eşkıyalık can bulur o ülkede…”

Nimet Hala biraz soluklandı, yaşlılık nefessiz kalmaktı, nefesi tıkanmıştı çok konuşunca.

“ Her neyse, bu yaralı adam Molla Duran’ ın oğlu, ben onda bunu gördüm, buna inandım, bunu da söylerim. Heybesinde altın oluşu bunu doğrular, eşkıyanın altınları saklıdadır, heybede olmaz. Eşkıya peşine düşen ordunun başındaki komutanın hazinesi yanında olur; ordunun ihtiyaçlarını neyle karşılayacak; elbette heybesinde taşıdığı altınla. Eşkıya soyar ve alır gider; devlet aldığının karşılığını verir. Kara Malik’im diyen bu delikanlı doğruyu söylemektedir; hizmetkâra üç altın vermesi lütuf değildir, verdiği hizmetin karşılıdır. Adil yönetici hizmeti karşılıksız bırakmaz, muhtaç olanı da aç bilâç koymaz. Dul Fadime’ ye iki altın göndermesi de bunun kanıtı. Ben böyle görüyorum, böyle akıl yürütüyorum… Sizinde kafanızda akıl var, sizler ne dersiniz, nasıl akıl yürütürsünüz bu duruma… Deyin bakayım, bekliyorum.”

Şifacının karısı da orada oturmaktaydı; yakası yırtık iç çamaşırını yamamakla meşguldü; bu soru üzerine kımıldadı şöyle bir, fark etti bunu Nimet Hala.

“ De hele Şifacının karısı, kımıldayıp durma, lafını söyle…”

“ Bizim ki de günlerce başını bekledi, sürmediği merhem, kaynatıp içirmediği ot kalmadı…” Durdu, lafın gerisi sarpa saracak korkusuyla susuverdi birden…

“ Anlaşıldı…” dedi Nimet Hala sertçe, “ Size altın verilmemiş…” düşündü bir müddet “ Ben olsaydım verir miydim; devletten maaş alan Şifacıya bende altın vermezdim ama gecesini gündüzüne kattığı için paha biçilmez bir hediye alırdım ne yalan söyleyeyim…”

“ Ben hizmetkârdan duydum” diye lafa karıştı kadınlardan birisi. “ GÖNLÜBOL’ a dün birileri gitmiş, yaralı adam beş altın vermiş gidenlerden birisine… Hizmetkâr iyice işitmemiş ama değerli şeyler alın demiş her hal…”

Şifacının karısı yine kımıldadı ama bu sefer bir şey söylemedi; yüzü ışımış, gözleri parlamıştı.

“ Olmadan olacak bilinmez, olmuşlara bakarak konuştuğum için lafım doğrulandı. GÖNLÜBOL’ dan gelecek hediyeler mutlaka Köy Yetkilisi ile Şifacı içindir.”

Cami avlusunda oturan aksakalılar da hararetli bir tartışmanın içine girmişlerdi; sesleri öyle yüksek çıkıyordu ki, kadınların hepsi onlara kulak kabarttı bir süre. Anladıkları kadarıyla Hükümdarın giden haber karşısında kılını kıpırdatmayacağı hakkında münakaşa ediyorlardı.

 

“ Devir çok değişti kadınlar ” dedi bu münakaşaya kulak veren Nimet Hala.

“ Bizim gençliğimizde Hükümdar derken etrafımıza bakınırdık; bir duyan olur diye. Baksanıza şu sakal uzatanlara, Hükümdar kılını kıpırdatmaz diyor bazıları. Böyle konuşmaktan haya etmiyorlar… Aşk olsun Memiş Ağaya, bir o karşı çıkıyor, bilmeden ileri geri konuşmayın diyor.”

Kalkmak için doğrulmaya çalıştı ama birden ayaklanamadı; dut ağacının gövdesine yapıştı sıkıca.

“ Sözün lafa, lafın pula dönüştüğü yerde fazla oturmaya gelmez, ben kalkıyorum bacılar. Siz bir yandan söküğünüzü dikin, bir yandan da hayatın yakasını paçasını yırtmaya da devam edin. Ama şunları da demeden gitmem, gidersem bana ayıp olur, dinlemezseniz sizlerin kaybı olur. Çok merak ediyorsunuz, kolay şüpheye düşüyorsunuz… Böyle yaparak acele karar veriyor ve yanlışa düşmekte kaderiniz oluyor.” Dedi Nimet Hala, azarlayıcıydı sesi.

“ Merak ve şüphe iyidir; ama merak beklemek, şüphe endişe etmek değildir. Lakin beklemeyelim diye acele edilmez, endişeye kapılmayalım diye de gaflet uykusuna yatılmaz. Eğer biz kadınlar böyle yaparsak, erkeklerimiz şaşkın ördeğe döner. Kadın yatakta rahatlatan, mutfakta aklını çorba diye kaynatan olmalıdır ki, erkek gerçek gücüne ve iktidarına kavuşsun… Yatakta her duyduğunu anlatan, mutfakta merak ve şüpheyi çorba diye kaynatan kadından hayır gelmez. Kocasına da halk içinde itibar edilmez.”

( Devam edecek…)

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26